Vazgeçilmeyen

Ne garip. Uzaklaştığı kapının ardında, yaşamının en acı anlarını bırakmıştı ve binlerce hücum edeceğine kafasına, beyninde dün söylenmiş bir tümce çınlıyordu: "Saçlarına dokunma lütfen!" Önceleri, aşklarının canım cicim aylarında, daha zarif itiraz ederdi, saçlarının okşanmasından hoşlamayan beyefendi. Beyefendi!...

Lame pabuçlarının yüksek topukları üstünde, resepsiyonun verildiği otelin çakıl taşı döşeli yolunda bata çıka, bilekleri bükülerek ilerlemeye çalışırken, gülmekle ağlamak arasında olduğunu duyumsuyor, ancak henüz hiçbir şey düşünemiyordu.

Sonunda Boğaz yoluna çıkıp, bir taksiye attı kendini. "Nereye abla?" Tereddüt etti. Elbette içki istiyordu canı. Bol içki. Böyle bir geceyi, alkolde boğmazsa nerede boğabilirdi ki? Ama yalnız. Ama tanıksız. Çaresiz eve gidecekti. "Cihangir'e..." dedi şöföre. Araba, yarış atı gibi kişniyerek havalandı. Derdini unuttu, taksiciye yöneltti dikkatini. Genç, yakışıklı, afili bir lümpendi. Fren gıcırtıylarıyla ilk virajları almaya başladıklarında: "Biraz daha yavaş kullanabilir misiniz?" Dedi sakin olmaya çalışan sesiyle. Delikkanlı şöförün direneceğini ummuştu. Hiç sesini çıkarmadı adam, araba yavaşladı. Rahatlayıp arkasına yaslandı kadın.

Beyefendi...

Üç yıl olmuştu, kaça göçe beraberlikleri başlayalı. Hayır, gizlememişti evli olduğunu. Zaten doğru dürüst ve yüzüne bakılır erkeklerin tümü evli değil miydi? Niye bu kadar erken evleniyordu ki bu salaklar? "Ya sen, 18 yaşında evlenmedin mi be kadın!" diye çınladı içinde, vicdanının bir türlü yalancılığa alıştıramadığı sesi. Evet ama o, hatasını anlayınca (bırakınca) ayrılmıştı. Oysa budala erkekler, nedense bir türlü boşanmaya karar veremiyorlardı. Beyefendi... Neler anlatmıştı neler, o beyefendi. Karısıyla sevişmiyorlardı artık. Hiç bir şey kalmamışlardı aralarında. Zaman aşımı, alışkanlık... Elbette ayrılmayı düşünmüştü. Ama işte çocuklar vardı. Onlardan kopmamak için... Fakat bu kez birnine, yani kendisine aşıktı, kararlıydı boşanmaya, biraz sabır gerekiyordu, biraz bekliyecekti. Beklerken saçları karıştırılmıyacaktı ama! Başlangıçta şaşırmıştı kadın. Yaşamına giren erkeklerin hepsi bayılırdı başlarını okşatmaya. Oysa bu, ödünç yataklarda ne zaman ellerini saçlarına atsa, "Yapma! Hoşlanmıyorum..." diyordu. "Demek bekaretiymiş..." diye geçirdi içinden kadın.

Bu, gece onlara rastlayacağını bilmiyordu. Adam da onun resepsiyona geleceğini. Üç yıldan beri ilk kez, karşılaşmışlardı. O, adam ve karısı. Kim tanıştırmıştı (ya da tanıştırdığını sanmıştı) anımsamıyordu, birdenbire burun buruna gelmişlerdi, neşeli bir grubun ortasında. Karısı hiç tahmin ettiği gibi değildi. Ufak tefek, gamzeli bir sarışın. Fıldır fıldır gözleri, muzip ve iyimser bir ışık saçıyor. 'Beyefendi'nin evdeki sakarlığını hicvediyordu, arkadaşlarına. Dinleyenler, kadının anlattıklarına gülüyorlardı katıla katıla. O hariç. Bir ara, aynı adamı paylaştıkları kadın, konuya nerden gelindiyse: "Ah, bir de," demişt, "Beyefendi saçları iyice karıştırılmadan uyuyamaz... bendeniz, o uyuyuncaya kadar başını okşamakla yükümlüyümdür!"

Göz göze gelmişlerdi aynı anda, adamla. Her şey anlaşılmış ve bitmişti.

Taksi, evin önünde durdu. Parayı titrek ellerle uzun uzun arayıp saydıktan sonra uzattı kadın. İndi. Merdivenlere doğru ilerledi. Taksi hala hareket etmemişti. Delikanlı şöförün bakışlarını üzerinde hissdiyordu. Ansızın döndü, eğildi cam çoktan inmişti. "Benimle gelmek ister misiniz?" dedi kadın.
AŞK HİKAYELERİ-Mine G. KIRIKKANAT

 

0 yorum: