Sevgiyi Davet Edin

Bir kadin evinden çikti , evinin önünde beyaz, uzun sakallari olan 3 yasli adam
gördü. Onlara: "Sizi
tanimiyorum ama aç olmalisiniz. Lütfen evime buyurun ve birseyler yiyin." dedi.

"Kocaniz evde mi?", diye sordular. "Hayir", dedi,kadin. "Disarda."
"O zaman giremeyiz", dediler.
Aksamleyin kocasi eve geldiginde kadin olanlari ona anlatti. Kocasi:"Onlara
eve geldigimi söyle ve
Onlari eve davet et", dedi. Kadin disari çikti ve yasli adamlari davet etti.
"Biz bir eve hep beraber
girmeyiz", dediler. Kadin: "Neden?" dedi.Yasli adamlardan biri cevap verdi:"Onun
adi
'Zenginliktir", dedi, arkadaslarindan birinigöstererek. Ve bir digerini
göstererek
"Onun da adi
'Basari'dir, ve ben de 'Sevgiyim."
Ve ekledi:"simdi esinle konus ve hangimizi evinize davet edeceginize karar
verin",
dedi. Kadin eve
Girdi ve olanlari kocasana anlatti. Kocasi çok sevindi.
"Ne kadar harika", dedi. "Zenginligi davet edelim, gelsin ve evimize zenginlikle
doldursun", dedi.
Kadin:" Neden basariyi davet etmiyoruz? dedi. O sirada
onlari dinlemekte olan kizlari:"Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mi?", diye
sordu.
"O zaman evimiz sevgiyle dolar." Adam:"Bence
kizimizin tavsiyesine uyalim", dedi.
"Disari çik ve Sevgiyi davet et, Sevgi bizim misafirimiz olsun", dedi. Kadin
disari çikti ve
Sevgiyi seçtiklerini söyledi ve Sevgiyi evlerine davet etti.
Sevgi kalkti ve eve dogru yürümeye basladi. Diger iki arkadasi da kalkti ve
onu takip ettiler. Kadin büyük bir saskinlikla:"Ben sadece Sevgiyi davet ettim,
siz neden geliyorsunuz?" , diye sordu.
Yasli adam cevap verdi:"Eger siz Zenginlik veya Basariyi davet etmis olsaydiniz,
diger ikimiz
kalacaktik, ama siz beni(Sevgiyi) davet ettiginiz için, Ben nereye gidersem,
Basari ve Zenginlik de
benimle gelir."
Her nerede sevgi varsa, basari ve zenginlik de vardir.
Bu hikayeyi sevdiginiz herkesle paylasarak, siz de
Sevgiyi davet edin.

0 yorum  

Genç adam ellerinde bir buket çiçek...

Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle
bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup
sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde yine her zamanki çiçeklerden vardı.
Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan
kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram
buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemliside özlem ve hasret
kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor
gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "
Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum " dedi. Az sonra sevdiğini
göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya baslamıştı. Ne zaman onu düşünse,
onunla bulusacağını hayal etse kalbi yine böyle yerinden çıkacakmış gibi
oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç
birsey kaybetmemişti.. Onları hiç birsey ayıramazdı... Ne hasret, ne
ayrılık, nede ölüm... Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç
kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için
dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği
her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir
kusuru olurmuş diye düşündü... Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denize
dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza olan aşkı gibi
denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu...Aslında bugün onlar için çok
özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu
sevdiğine açmış, sonrada gidip 2 tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir
günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok
biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı
idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Herşey bu kadar güzelken neden
ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak,
kucaklaşacaklardı...Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını
atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can
atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne
kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam.
Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hemde çok... Bu kadar
geç kalmaması gerekiyordu. İşte hergün burada buluşmak için sözleşmiyorlar
mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı
masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz
vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??... Aklına kötü düşünceler
gelmeye başladı. Hayır.. hayır..olamazdı. Sevdiğine birşey olamazdı. Onsuz
hayat yaşanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç
adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını
kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki
kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık
bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye
başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir hergün bu
sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak
gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı... Yine
gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...Hiç
olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç
adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki
kabristana doğru yürümeye başladı.

0 yorum  

Kadın Erkeği Sevdiğinde

KADIN ERKEĞİ SEVDİĞİNDE
Bir erkeğe aşık olan kadın, Marslıların gelişini ilk duyduklarında Venüslülerin yaşadıkları duyguların benzerini yaşar.
Venüslüler gökelerden gelen bir uzay gemisi filosundan güçlü ve sevecen bir Marslılar ırkının çıkacağını düşlememişlerdi. Bu varlıklar kendileri bakım istemeyecekler, aksine Venüslülere şefkat gösterip bakacaklardı. Marslılar da Venüs güzelliğine ve kültürüne hayrandılar. Hizmet edecekleri birileri yoksa, güç ve becerilerinin hiçbir anlam taşımadığını biliyorlrdı. Bu olağanüstü varlıklar, Venüslülere hizmet, onları memnun ve tatmin etmek vaadiyle mutluluk ve huzur buluyor, böyle bir görev onlara esin kaynağı oluyordu. Ne mucize!

Çoğu erkek, ona ilgi duyan biri tarafından desteklenmenin bir kadın için ne kadar önemli olduğunun pek bilincinde değildir. Kadınlar ihtiyaçlarının karşılanacağına inandıklarında mutlu olurlar. Kadın üzüntülü, heyecanlı, kafası karışık, bitkin ya da umutsuz olduğunda, bir arkadaşa, yoldaşa en çok ihtiyaç duyar. Yalnız olmadığını hissetmek ister. Sevgi ve saygı arar. Duyguları paylaşma, anlayış, değer verme ve merhamet, onun erkeğin desteğini taktir etmesi ve kabullenmesini sağlar. Marslı içgüdüleri üzüldükleri zaman en iyisinin yalnız kalmak olduğunu söylediğinden, erkekler bunu anlayamazlar. Kadın üzgün olduğunda ona saygı gösterip yalnız bırakırlar ya da kalıp sorunlarını çözmeye kalkarak işleri daha da berbat ederler.

Erkek yakınlığın, mahremiyetin ve paylaşmanın kadın için taşıdığı önemi içgüdüleriyle anlayamazlar. Oysa kadın en çok kendisini dinleyecek birine ihtiyaç duymaktadır. kadın duygularını paylaşarak sevgiye layık olduğunu ve gereksinmelerininin karşılanaçağını algılamaya başlar. Kuşku ve güvensizlik yok olur. Kendisinin saygıya değer olduğu duygusuna yeniden kavuşunca, zorlayıcı olma eğlimi de azalır; saygıyı kazanmasına gerek yoktur, gevşeyebilir, daha az verip daha çok alabilir. Buna layıktır.

ÇOK FAZLA VERMEK YORAR
Venüslüler depresyonlarıyla başa çıkmak için duygularını paylaşıyor ve sorunları hakkında konuşuyorlardı. Konuştukça kendilerini neden kötü hissettikleri ortaya çıktı. Durmadan bu kadar çok vermekten yorulmuşlardı. Her zaman kendilerini birbirlerinden sorumlu hissetmekten hoşlanmıyor, bir süre yalnızca gevşeyip başkalarının onlara bakmasını istiyorlardı. Her şeylerini başkalarıyla paylaşmaktan yorulmuş, özel olmayı ve kendilerine ait bir şeylerinin olmasını istiyorlardı. artık azizlikten ve başkaların için yaşamaktan tatmin olmuyorlardı.

Venüs'te kaybet/kazan felsefesi hüküm sürüyordu: "Sen kazanasın diye ben kaybediyorum." Herkes başkası için özveride bulundukça, hepsinin işi görülüyordu. Ancak yüzyıllardır bunu yaptıktan sonra Venüslüler her zamn birbirlerine bakmaktan ve herşeyi paylaşmaktan artık yorulmuşlardı. Onlar da artık kazan/kazan felsefesine hazırlandılar.

Benzer biçimde, bugün de çoğu kadın artık vermekten yorulmuştur. Biraz ara vermek istemektedirler. Kendilerini tanıyacak zamana ihtiyaçları vardır. Önce kendilerine ayıracak zamana. Birinin onlara duygusal açıdan destek vermesini ve o birine bakmak, onun için kaygılanmak zorunda olmamayı istemektedirler. Marslılar da tam bu iş için biçilmmiş kaftandır.

Venüslüler artık almayı öğrenmeye hazırken, Marslılar da tam bu noktada vermeyi öğreniyorlardı. Yüzyıllar sonra Venüslülerle Marslılar evrimlerinin önemli bir aşamasına gelmişlerdi. Venüslüler almayı, Marslılar da vermeyi öğrenmek zorundaydılar. Bu benzer değişim, hem kadında, hem de erkeklerde olgunlaşma döneminde yer alır. Kadın gençlüğinde özveride bulunmaya ve kendini eşinin ihtiyaçlarına göre biçimlendirmeye çok daha gönüllüdür. Erkek ise gençlik yıllarında çok daha kendine dönük ve başkalarının gereksinmelerine karşı duyarsızdır. kadın olgunlaştıkça, eşini memnun etmek için nasıl kendinden verdiğini farketmeye başlar. Erkek olgunlaştıkça başkalarına nasıl daha fazla saygı gösterip hizmet edebileceğini farkeder.

Erkek olgunlaşırken kendinden vermeyi öğrenebilir, ama en önemli değişiklik vermekte nasıl başarılı olabileceğini anlamasıdır. Benzer biçimde, kadın olgunlaştıkça yeni verme stratejileri öğrenir, ama asıl değişiklik istediklerini alabilmesi için belirli sınırlar koyabilmesidir.

SUÇLAMAKTAN VAZGEÇMEK
Kadın çok fazla verdiğini farkettiğinde, mutsuz olmalarından dolayı eşini suçlama eğlimine girer. Aldığından fazlasını vermenin haksızlığını hissetmeye başlamıştır. Hak ettiğini almamış olsa da, ilişkilerini geliştirmek için bu soruna kendisinin nasıl katkıda bulunduğunu görmesi gerekir.

Kadın çok fazla verdiğinde eşini suçlamamalıdır. Aynı şekilde, daha az veren bir erkek kendisine karşı olumsuz ya da isteksiz olduğu için de eşini suçlamamalıdır. Her iki durumda da, suçlamak bir işe yaramaz. Çözüm eşlerimizi suçlamak değil; anlayış, güven ve şefkat gösterip onları kabullenmek ve destek olmaktır.

Bu durum meydana geldiğinde, erkek eşini suçlayıp öfkelenmek yerine sefkat göstererek, o sitemese de destek verebilir; ilk başlarda suçlayıcı gelse de onu dinleyip ilgi gösterdiğni kanıtlayan küçük hareketlerle onun kendisine güvenmesini sağlayabilir. Kadın da az verdiği için erkeği suçlamak yerine, özellikle de kendisini düşkırıklığına uğrattığı zamanlarda, eşinin kusurlarını kabul edip bağaşlayabilir.
Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten-John GRAY

0 yorum  

Yıkıldı

bigün şekermi şeker bir erkek çocuğu dünyaya geldi.masmavi cam gibi
gözleri,hafif tombul el kadar vücudu ve çok şeker temİz bir yüzü vardı.her
gören ne kadar tatlı diyodu.bu çocuk zamanla büyüdü büyüdükçe yakışıklılığı
ortaya çıktı.ilk okula başladı.sınıfının en zeki çalışkan çocuğuydu.ilk
kurdela bu çocuğa verilmişti.ilk okulu sınıfının en çalışkanı olark
bitirdi.ortaokulda bulunduğu yerdeki en iyi okula gitti.ordada sınıfının en
çalışkanıydı.her dönem taktirname ve okul birinciliğiyle
bitiriyordu.ergenliğe girmişti ama ne yüzünde çıkan sivilceler ne sesinin
kalınlaşması yakışıklılığını bozmadı.tüm kızların gözü üzerindeydi.lisede
koleji kazandı.kazandığı kolej en iyilerdendi.ordada popüleritesinden bişey
yitirmedi.yine en yakışıklı yine en zeki yine en çalışkandı,yine en
gözdeydi.çevresinde kızlar pervaneydi ama o hiç birine bakmıyordu bile.ama
çevresindeki kızlar o kadar güzldiki.ama o bakmıyordu bile.hiç bi kız onu
etkilemiyordu.bigün eve giderken evin sokağında karşıdan bi kızı gördü.ona
doğru yaklaşıyordu.o birden bire irkildi.o kızı gördüğünde tüyleri diken
diken oldu.onda bişeyler sezdi.içine ılık bir sıcaklık hissetti.ama o kız
onu farketmemişti bile.o gece sabaha kadar gözlerini biyere sabitleyip onu
düşündü.o o kdar etkilenmişti ama kız gözünün ucuyla bile bakmamıştı
ona.ertesi gün yine o kızı gördü.fakat kız en ufak bi bakış bile atmamıştı
yine.onu sevdiğini söylemek istiyordu ama bi daha karşılaşamadı.okula geri
döndü.fakat o kızı hiç unutamadı.sadece 2 kere görmüştü ama onu
unutamıyordu.gözü kimseyi görmüyordu.kolejden sonra üniveristeyi
kazandı.ordada aynı özellikleri devam etti.okul yılları boyunca hayatına
kimse giremedi.sadece o kızı düşünüyoırdu.üniversiteyi çok iyi bir derceyle
bitirdi.çok iyi bir iş ve maddi açıdan çok iyi kazanıyordu.o kızı unutamadı
ama biriyle evlendi.çok mutlu bir hayatı vardı ama zaman zaman o kızı
düşünmenin önüne geçemiyordu.bigün öldü.yaş farkının azlığından o gördüğü
kızda öldü.diğer tarafta karşılaştılar.çocuk dediki "ben seni çok
sevdim,seni unutamadım" kızda dediki"bende".çocuk yıkıldı.arkadaşlar
sevdiğimizi söylemye çekinmeyelim.herşey için çok geç olabilir.

0 yorum  

Üç Yaşlı Adam

Bir kadin evinden çikti , evinin önünde beyaz, uzun sakallari olan 3 yasli adam gördü. Onlara: "Sizi tanimiyorum ama aç olmalisiniz.
Lütfen evime buyurun ve birseyler yiyin." dedi.

"Kocaniz evde mi?", diye sordular.

"Hayir", dedi,kadin. "Disarda."

"O zaman giremeyiz", dediler.

Aksamleyin kocasi eve geldiginde kadin olanlari ona anlatti.

Kocasi:"Onlara eve geldigimi söyle ve onlari eve davet et", dedi. Kadin disari çikti ve yasli adamlari davet etti.

"Biz bir eve hep beraber girmeyiz", dediler.

Kadin: "Neden?" dedi.

Yasli adamlardan biri cevap verdi:"Onun adi 'Zenginliktir'", dedi,arkadaslarindan birini göstererek. Ve bir digerini göstererek "Onun da adi 'Basari'dir, ve ben de 'Sevgiyim."

Ve ekledi:"simdi esinle konus ve hangimizi evinize davet edeceginize karar verin", dedi.

Kadin eve girdi ve olanlari kocasına anlatti. Kocasi çok sevindi.

"Ne kadar harika", dedi. "Zenginligi davet edelim, gelsin ve evimize zenginlikle doldursun", dedi.

Kadin:" Neden basariyi davet etmiyoruz? dedi.

O sirada onlari dinlemekte olan kizlari:"Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mi?", diye sordu.

"O zaman evimiz sevgiyle dolar."

Adam: "Bence kizimizin tavsiyesine uyalim", dedi.

"Disari çik ve Sevgiyi davet et, Sevgi bizim misafirimiz olsun", dedi.

Kadin disari çikti ve Sevgiyi seçtiklerini söyledi ve Sevgiyi evlerine davet etti.

Sevgi kalkti ve eve dogru yürümeye basladi. Diger iki arkadasi da kalkti ve onu takip ettiler.

Kadin büyük bir saskinlikla:"Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?" , diye sordu.

Yasli adam cevap verdi:"Eger siz Zenginlik veya Basariyi davet etmis olsaydiniz, diger ikimiz kalacaktik, ama siz beni(Sevgiyi) davet ettiginiz için, Ben nereye gidersem, Basari ve Zenginlik de benimle gelir."

Her nerede sevgi varsa, basari ve zenginlik de vardir.

0 yorum  

Özlediğimde bir ses duydun mu?

Zaman nasıl da ilerliyor kendi bildik rotasında değil mi? Bir gün daha sensiz bitti;

Artık gözlerimden gözlerimden utanıyorsam bu yüzdendir.

/Gece. Yine kendime kaldığım binlerce geceden bir gece. Ve sağır duvarlarda senin dalga dalga hayalin, gülümsemeleri karanlıklarda yitip giden. Bütün aynalar kendiliğinden kırılmış; yalnızca sağır duvarlarda senin dalga dalga halin./

Kimbilir kaçıncı kez sana seni ve kendinmi yazıyorum.

Adına umut dediğimiz aldanışlar tortusu bazan yitse de sevenler, gizli bir umudu yine de taşırlarmış; yaşamı bıraktıkları yerden yeniden omuzlayıp varolurlarmış; bugün bunu keşfettim. Kendimi keşfettim sonunda.

Artık farkına vardığın gibi, içimdeki yaşanmazlıkları gizliyerek yardımcı oluyordum sana. "Canım feda olsun!" dediğim insandan ne esirgeyebilirdim ki?

Aşk, anlamlı paylaşımlar ve büyük dostluklar üzerine kurulunca, yaşamboyu süren güzellikler üretiyor. Bunun birçok örneği vardır.

Sen olmasan da ben senin için varım; beklemekse, elimden ne gelir?

Günler böyle geçiyor. Bütün bedenim darmadağın yerlere serpiliyor; toparlayamıyorum. Sensizlik iyice vuruyor bana.

/Bir ses beklemek senden. Soluk beklemek. Suskunluğun en acımasız olduğu zamanlardayım. Hiç bu kadar uzun susmadın sevdiğim. Hiç bu kadar uzun gitmedin bilmediğim yerlere, gözlerimi götürmeden yanında./

(Mektubunu aldığım gün, senin telefonunla uyandım. Beni çok sevindiren o mektup için sana minnettar oldum. İçimdeki çocuğu sevindiren süprizlerini nasıl özlemişim.

Dışarı çıkacatım. Uykusuz olduğum için kanepeye uzanmıştım. Uyumuşum. Düşümde seni gördüm. Bize gelmişsin; bizde kalmışsın.

Sabah olunca, seni uykudan ben uyandırıyorum. kollarından tutarak sevgiyle kaldırıyorum seni yataktan. Sonra salona geçiyoruz. Yüzüme, sana herzaman çok yakışan sevecenliğinle bakıyorsun. Aşkla bakıyorsun. Çok güzelsin. Sımsıkı sarılıyorsun bana.

Bu düş, sonrasızlığıyla tek kişilikti ve tek kişilik düşler çabuk biterdi; bitti.)

/Sevmek, sonrasız bir eylem olabilir miydi sencce? Aykırı bir yaşamsa aşk, ben her bedele razıydım, anla bunu. Senin uzaklıkların benim yakınlıklarım olmuşsa ne gelir elden?

Yaşamın en büyük çelişkilerinin pençesinde gelişen bir aşkta sevinçler aramak varmış, nereden bilirdim? Seni aramak varmış zamanın bir yerinde öyle çaresiz./

(O sözü dudaklarından duymadan yüzüm güler mi benim? "Gülmelisiniz." demekle adı konmamış bir haksızlık yapmıyor musunuz bana?

Mektubunda, "Dünyanın bütün güzelliklerine yakışan insan." diye yazmışsın. Bu güzelliklerin masal sahnelerinden yaşamın sahnesine taşınacağına nasıl inanırım sensiz olunca?

"Aşkı bu kadar yalın benimseyen bir insan sevdiği için neler yapmazdı?" sözün çok anlamlı. sen aşkı biliyorsun. Yokluğunun kahrını gizleyip sana bütün içtenliğimle yardımcı olmak için çırpındığım da..."

/Kelebeklerin tül kanatlarına yazdığım sevinçlerimi paylaşırken, yaşanmazlıkları kendi payıma ayırıyorum./

(Bildin canım sevdiğim, bildin!

"Bana verdiğiniz mutluluğu yaşayabiliyordum. Fakat aylardır sizin yaşadıklarınızdan habersizdim. Bırakmıştınız kendinizi dertlerinizin içinde, beni düşünme, bana yönelme büyüklüğünü gösteriyordunuz." diye yazacak kadar beni anlıyorsun artık.

Seveceksen, ben buyum.

Yüzüme yansıyınca hayalin, avuçlarımla sıkıca kapatırdım yüzümü; kimseler götürmesin diye seni benden. Bu çocuk yanımı sevdin de sarılmadın sımsıkı. Saçlarımı avuçlarında dalgalandırıp yüzüme aşkın kendisi olup gülümsemedin. Sevmedin!

Düşünmeni istiyorum: Yüzyıl sonra şimdi yaşayan insanların büyük kısmı toprağa düşmüş olacak. Ömür bu kadar sınırlıyken, seninle varolmayı ne çok isterdim. Ya şimdi?)

/Bir ses beklemek senden. Soluk beklemek.
Sevdiğini söylemesen de olur.
Sevilen kahrı takdir buyurmuşsa, sevene düşen, çaresiz boyun eğmektir, söyledim sana.
İlk kez bu kadar çok üşüyorum. İlk kez bu kadar çok vuruyorum kendime./

Her yeni gün, yokluğunu farklı boyutlarıyla yaşatıyor bana.

Direniş türküleri besteliyorum, duymuyorsun. Hüzünlenmelerime hep içersin, yine de gelmiyorsun.

Yaşama aldanıyorum bazan. Bu, çok kısa sürüyor. Sonra, varlığının yokluğun kadar gerçek olduğunu farkediyorum. Ben bunu öyle çok yaşıyorum ki.

Kendimi biraz toparlayabildiğim zamanlarda, yine bildiğin insan oluyorum.

/Bir kır çiceğinin taç yaprağına "umut" yazıyorum.
Nice soğuk gecelerde direniyor da bir sözünle kırılır diye korkuyorum.../

Lütfen kırma beni. Öldür, bu can sana fedadır artık. Ama kırma. Umudun patlamalarla azalıp tükendiği o en ince çizgide yokluğuna bırakma beni.

Ben yalnızlığı sevdim, sensizliği değil.

Sonucunu bir an için bile düşünmeden aldığın umudu geri ver; ben sana bütün ömrümü adayacağım.

Yaşamdan bedelini son aşamasına kadar ödeyerek hakettiğim ne kadar alacağım varsa, hepsi senin olsun.

Sonrasızlıklarda seni aramak öyle zor ki.

/Gece. Yine kendime kaldığım binlerce geceden bir gece. ve ağır duvarlarda senin dalga dalga hayalin.
Bir ses beklemek senden. Soluk beklemek. Ağlamaktan başka seçeneğim yok bugün; yineldim sana. En çok senin için, en çok sen böyle istedin diyedir, yenildim sana.
Beklediğim sendin oysa. hani kendi sıcaklığınla gelecektin, nedenini kimseler bilmiyecekti./

Mutluluğunu bulana kadar paylaşımlarımız sürecek, sen istiyorsun diyedir. Sonra mektuplarımı yok edeceksin. Bu gerkli çünkü. Çok istediğim mutluluğuna ileride mektuplarımla engel olmayı kabul edemem.

İçinde bir anı canlandığında, belki bir yıldızın ışıltısında birlikte gülümseyeceğiz; geriye kalacak olan yalnızca bu! Önce sesimi unutacaksın, sonra bana ilişkin bildiğin herşeyi.

(Ben geceleri sevmezdim belki, hayalin olmasa. Gelmesen böyle kendiliğinden.

Anımsıyor musun? Bir gece ne çok konuşmuştuk seninle. Sen sürekli bir şeyler anlatıyordun; birlikte gülüyorduk. Ama benim bir artım vardı: Sen ne kadar tatlı olduğunun farkında bile değildin.

Gece, neden yalnızlıktır çoğu zaman? Birçok insan için böyledir. Benim içinse, hayalini en çok yaşadığım zaman dilimidir.

Her gece geliyorsun. Ben seni yaşamın armağanı oalrak karşılıyorum; sımsıkı sarılıyoruz. Gülümsüyorsun... Görülmemiş güzzellikte gülümsüyorsun.

Hiç gitmiyeceğine inanmaya başlıyorum. Sonra, bir ara yitiyorsun. Ve yine geliyorsun. İnanılmaz bir varlıksın.

Ne zaman düşünsem, sen. Hayal da olsan, sen...

Aslında bütün hayaller, "asıl" ne zaman anımsanırsa, hiç kırılmazlar, gelirler. Sen başkasın yine de. Bütün hayallerden güzelsin.

Her geldiğinde, kendisinin başlı-başına armağan olduğı yetmiyormuş gibi, umudu da armağan olarak getiriyor. Yazık! Giderken geri götürüyor nedense? Belki unutuyor. Umuda ne kadar gereksinim duyduğumu unutuyor...

Hiç düşündünmü sevdiğim? Hayaller neden hep giderler? Yalnızca hayal oldukları içinmi? Yoksa, yine gelmenin sevincini yaşatmak için mi? Nedeni ne olursa olsun, sen hep gel bana. Artık gitme, hiç gitme.

Biliyorum, hayaller hep gider. Yaşattığı tadımlık kavuşmaları, aşkın ağırlığını bırakıp üstümüzde, giderler... Ama sen gitmr. Sen gidersen özlem kalır geriye. Her defasında sensizlik vurulur boynuma. Birdenbire yokluğuna kalırım. Daha önce binlerce kez izlediğim bir film yine sahneye konur. Hiç şaşmadan aynı görüntüler yinelenir. O zamanlarda, yokluğun prangadır, taşıyamam.

Sen olmayınca yaşamak ne için? Ve beklemek... Seni getirmeyeceğine inansam da zamanın o müthiç anını beklemek... Olur mu dersin? Sever misin beni? Ancak o zaman çok güçlü bir canlı olacağımı biliyorsun. Şimdi, yokluğunla bedenimdeki bütün enerjiyi alıp götürüyorsun sanki. Yaşama ilişkin alışılmış işlerimi bile yapmakta zorlanıyorum.)

Tek gerçek için varım artık: Senin için./
Seni seviyorum.

Kenan KALECİKLİ
SEVGİLİYE-suya yazılan mektuplar

0 yorum  

Erkekle ve Kızlar

Kiz cocuga bir top atarsaniz hemen suratina carpar
Erkek cocuga bir top atarsaniz onu yakalamak icin ellerini acar, yine de top suratina carpar

Kiz cocugunuzu disari cikmak icin ozene bezene giydirirsiniz, suslenme fasli bittiginde kucuk hanim harika gorunmektedir ama gidiceginiz yere 1 saat gecikmissinizdir...
Erkek cocugunuzu disari cikmak icin ozene bezene giydirirsiniz, ama 10 dakika sonra gomleginin 2 yakasi 2 tarafa kaymis, ayakkabilari tozlanmistir

Kiz cocuk yerde bir cubuk gordugu zaman alip neden yapildigini anlamaya calisir
Erkek cocuk yerde bir cubuk gordugu zaman alip bundan nasil bir silah yapacagini dusunur

Kiz cocuklara bir Barbie bebek verin, onu giydirir,susler,evcilik oynarlar
Erkek cocuklara bir Barbie bebek verin, hemen kollarini bacaklarini koparirlar

Kiz cocugun saclarini kestirdiginizde yeni halini begenmemisse kendini 2 hafta odasina kilitleyebilir
Erkek cocugun saclarini kestirdiginizde nasil olduguyla ilgilenmez bile

Kiz cocuk annesinin makyaj malzemelerini alip yuzune gozune surer
Erkek cocuk annesinin makyaj malzemelerini alip duvarlari boyar

Kiz cocuk gaz kacirirsa kipkirmizi olur cok utanir
Erkek cocuk gaz kacirirsa once bir guler, ardindan ayni sesi 50 kere tekrar eder

Kiz cocuklar tirnaklarini uzatir ama daha guzel oldugu icin degil, bir erkek cocugun orasini burasini cizebilmek icin...
Erkek cocuklar tirnaklarini uzatir cunku kesmeye usenirler

Erkek cocuklar 6 yasindan itibaren babalarina yanak vermeyi keserler
Kiz cocuklar 6 yasindan itibaren babalari onlara seker vermezse onlar da yanak vermeyi keserler

Kiz cocuklar genelde erkek cocuklardan once konusmayi ogrenirler
Erkek cocuklar genelde konusmadan once silah seslerini taklit etmeyi ogrenirler

Kiz cocuklar filmde biri oldugunde aglarlar
Erkek cocuklar Ninja Kaplumbagalari 3. kere seyrederken biri TVyi kapatirsa aglarlar

Kiz cocuklar buyuyunce kadin olurlar
Erkek cocuklar buyuyunce buyuk erkek cocuk olurlar.

0 yorum  

Niye Alo Deriz?

Telefonda hemen hemen hergün kimbilir kaç kez kullandigimiz "Alo" sözcügü,
gerçekte bir sevgilinin kisaltilmis adidir. Sevgilinin tam adi Allessandra
Lolita Oswaldo'dur. Bu sevimli genç kiz, telefonu icat eden, A.Graham Bell'in
sevgilisiydi. Graham Bell telefonu icat edince ilk hatti sevgilisinin evine
çekmisti. Atölyesinde telefon çalinca arayanin Allessandra Lolita Oswaldo'dan
baskasi olamayacagini bildiginden Graham Bell, telefonu açar açmaz "Allessandra
Lolita Oswaldo" diyordu. Bell, zamanla sevgilisine, adini kisaltarak hitap
etmeye basladi ve telefonu her açisinda onu "Ale Lolos" diye karsiladi.
Çalismalari uzadikça Graham Bell, sevgilisinin adini daha da kisaltti ve öne
iki heceli bir ad buldu. Bu kisa ad "Alo" idi. Allessandra Lolita Oswaldo,
gelistirip, tüm kente yaymaya çalistigi telefondan baska birsey düsünmeyen
sevgilisinin bitmek tükenmek bilmeyen deneylerinden rahatsiz olmaya baslayinca
Graham Bell'i telefonuyla basbasa birakip onu terketti.Yasli Bell, sevgilisinin
birgün onu arayacagi umuduyla telefonun basindan ayrilmadi. Kentte çekilen
telefon hatlarinin sayisi da giderek artmaya baslamisti. Graham Bell'i artik
baska kisiler de ariyordu. Fakat o, telefonun her çalisinda kendisini
sevgilisinin aradigini sanarak telefonunu "Alo" diyerek açiyor ve artik
herkes "Alo" diyordu. O günlerde hemen herkes telefonu açtiklarinda Alexander
Graham Bell'in anisina saygi olarak "Alo" demeye basladi. Bugün tümümüzün
kullandigi "Alo" sözcügü iste o günlerden günümüze uzanmaktadir.

0 yorum  

Kırkıncı Oda (Ahmet Altan)

Ne kadarınız gerçek sizin ?

Kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor hayatınıza ?

Söylenmeyen neler var kuytularda?

Hani kendinizden bile sakladığınız..
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinç ile kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz içinizde...???
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,kalleşlikler var mı ?
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi bekliyor...???
Göründüğünüz insan misiniz siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi taşıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?
Gerçek düşüncelerinizi baş başa konuşmalara mı saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?
Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı' yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz yoksa...???
Uzun bir yolculuğa çıkar gibi duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mi düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden, gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında, bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?
Kızgınlıklarınız yok mu sizin, öfkeleriniz, isyanlarınız? Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler var diye,
hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer, dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler, hangi boş vermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında şatonuzun odalarında
bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya acıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi, bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayati yalandan yaşadığınızı fark etmek nasıl bir sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden, kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?
Ne kadarınız gerçek sizin? Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan, hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terk edip de gitmek istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere? Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara, kendinizi bile yanınıza almadan.
Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde gizliyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin? Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu ? yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada? Otuz dokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı yasıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede...
Belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak...


Ahmet Altan

0 yorum  

İşte Öyle Birşey

Gerçeküstücülüğün (sürrealizm) en önemli temsilcilerinden birisi sayılan Belçikalı ressam Rene Magritte’in The Lovers isimli tablolarından birisini 14 Şubat günü yayımladım. Bugün elimizde bir başka Magritte tablosu var. Yine The Lovers adını taşıyor.
Magritte düş ürünü garip yapıtlarıyla tanınır. Hepsi dehşet, komedi, tehlike ve gizemin bir karışımıdır. "Pirenelerdeki Şato" isimli resminde üzerinde küçük bir şato bulunan kocaman bir kaya denizin üzerinde uçar. İnsan bacaklı balıklar, kuş kafesi gövdeli adamlar, oturma odasındaki şöminenin ortasında yeni tünelden çıkmış gibi görünen bir buharlı lokomotif, iki yanında evler sıralı sokağa yağmur gibi yağan melon şapkalı adamlar... Bunlar Magritte’in gerçekleridir...
Gerçeklerin dilinin farklı olduğunu düşünür. Bir pipo resminin altına şunu yazmıştı: Bu bir pipo değil..
Gönül gözü gerçeği görür
Sözel dilin ifade ettiği şeyler, Magritte’in görsel dilinde tersine anlamlar içerir... Rüyaların içerdiği bir sembolizmdir kullandığı. Focoult bunu, gösteren-gösterilen ilişkisinin tersine çevrilmesi olarak niteliyor.
Peki bu iki resmi nasıl okumalıyız? Birisinde yüzleri bir çarşafla örtülmüş bir erkek ile kadın öpüşürlerken, ötekinde aynı kadın ve erkek yine aynı çarşaflara sarınmış şekilde aynı yöne doğru bakıyorlar...
Antoine de Saint Exupery, Küçük Prensin ağzından şöyle söylüyor: "Sevmek durup birbirinin yüzüne bakmak değil, birlikte aynı yöne bakmaktır." Acaba Magritte bu resimleri çizerken Küçük Prens’i okumuş muydu? Okuduysa mutlaka şunu da hatırlıyor olmalıydı: "Gerçeğin özü gözle görülmez, yürekle görülür. Gözünüzle değil, yüreğinizle bakın..."
Magritte bu tablolarına "Aşıklar" adını vermemiş olsaydı, tablodaki kadın ile adamın birbirlerine aşık olduklarını çıkarsayabilir miydik? Hiç kuşkusuz evet, bunun böyle olduğunu tahmin edebilirdik.
Yüzlerindeki ifadeyi hiçbir zaman görmemiş olduğumuz halde birbirlerine derin bir sevgiyle baktıklarını, hatta kadının öpüşürken gözlerini hafifçe kapadığını bile görüyor gibiyiz.
Gözümüz görmüyor ama resimlere bakarken tuvalde yansıyanın tıpkı böyle olduğunu bize yüreğimiz anlatıyor.
Aşk dediğin...
Eğer bu resmi yazıyla anlatmak isteseydik şöyle yazabilirdik diye düşünüyorum: Aşkın dili, günlük hayatın dili değildir. Aynı şekilde aşkın gerçekliği de gündelik hayatın gerçekliğinden ötede bir şeydir. Aşk bir üst gerçekliktir...
Roland Barthes, "Bir aşk söyleminden parçalaröda bu durumu "gerçeksizlik" olarak da tanımlıyor. Aşık öznenin, dünya karşısında duyduğu gerçek yokluğu, gerçeğin geri çekilmişlik duygusunu betimliyor.
Şöyle düşünüyorum: Aşk, dil ötesi, gerçeklik ötesi, dünya ötesi bir duygudur ve böyle olduğu içindir ki aynı zamanda dişi bir duygudur...
Baudelaire nasıl bir yerde yaşamak istediği sorusuna şöyle yanıt vermişti: "Neresi olursa, neresi olursa... Yeter ki dünyanın dışında olsun..."
Aşk işte budur: Kendinin dışına çıkma isteği... Kendinden geçme durumu...
Gasset "Ayaklarının yerden kesilmesi demek, insanın kendi ayakları üzerinde yürüyememesi, başka birisi ya da başka bir şey tarafından taşındığını duyumsaması demektir" diyor.
Aziz Augustine gibi: "Sevgim benim ağırlık merkezimdir; o nereye giderse ben de oraya giderim..." Ama siz Latincesini ezberleyin, daha lirik: "Amor meus, pondus meum: illo feror, quocumque feror."
Bu resimler bana bunları düşündürüyor.

mehmet.yilmaz@milliyet.com.tr

aydankrm@ göndermiş

0 yorum  

Yalnızlıktan Muzdarip Kadınlar İçin Tavsiyeler

YALNIZLIKTAN MUSTARİP KADINLAR İÇİN TAVSİYELER / NİHAL VURAL

Kimi kadınlar yalnızlıktan değil ama kalabalıktan mustariplerdir, bilmem hiç fark ettiniz mi? Böyle kadınların üzerlerinde taşıdıkları cinsel kimlik bende kimi zaman sonradan edinilmiş bir kimlik izlenimini uyandırır. Kendilerine özgün bir üslupla yorumladıkları "kadınlık halleri" binbir çeşit saç savurma, naylon çorap giyme, dergi karıştırma, çatal tutma ve bebek/kedi okşama biçimleri sergiler. Bu kadın-kadınların sergiledikleri, kadın cinselliği donanımlı hal ve tavırlar ile sonradan kadın olan erkek-kadınların tavırları arasında bir paralellik sezmiyor musunuz?

Bu erkek-kadınların debdebe ve abartıyla kutladıkları ve kutsadıkları yeni cinsel kimliklerinin özünde kadın doğasının varoluş biçimi, yani -oyun oynama- yatar. Kadın-kadınların ince seslerinin yanılgısına kapılıp, farkına varmadığımız bu oyunların, erkek-kadınların kalın ve oynak seslerinde ortaya çıkması onlar için büyük bir talihsizlik ancak onların ince bir sezgiyle kadın doğasının özünü keşfedişlerini takdir etmek gerekiyor.

Simone de Beauvoir der ki; "On ne nait pas femme, on le devient" yani; insan kadın olarak dünyaya gelmez, zamanla kadın olur. Doğasına karşı koyamayan ve kadın kimliklerini farkında olmadan ya da fazlasıyla farkında olarak gerçekleştiren kadınlar kalabalıktan mustarip olmanın başıboş hazzı içersinde kaygısızca yaşamlarını sürdürürler. Benim diyeceklerim yalnızlıktan mustarip kadınlara;

1-İMAJ: Vücut dilinizi keşfetmenin ve geliştirmenin yolları

3 birlik kuralı3 birlik kuralını anımsayarak ayna karşısında imaj çalışması yapmanız elzem.. Kaş-göz ve dudak senkronize bir şekilde oynatılarak elde edilen ve bin bir çeşit halet-i ruhiyeyi yansıtan bu sempatik, seksi, masum vb. ifadeler imaj çalışmanızın ilk aşamasını oluşturmalı. Acil durumlarda takınacağınız bu şımarıklık, yalancıktan kızgınlık ya da şaşkınlık yansıtan mimikleri ayna karşısında egzersiz yaparak geliştirebileceğiniz gibi, diğer kadınları gözlemleyerek de edinebilirsiniz... Tescilli değiller ya? Zengin mimik arşivi sizi çekici kılacağı kadar, daha önce hiç farkına varmadığınız vücut dilinizi keşfetmenizi de sağlayacaktır.

Hop-hop-hop-zıplayan topTaşıdığınız elbiseye ya da tarzınıza uygun bir yürüyüş edinin. Cool ve alternatif bir tarzınız varsa omuzlarınız ve kollarınız üzerinde, yok eğer etekten, elbiseden vazgeçmem diyorsanız, göğüs ve kalçalarınız üzerinde çalışmanız gerekecektir. En yaygın ve etkili hareket kalçaları sağa ve sola sallamaktır.. Ama bu hareket gereğinden fazla dikkat çekebilir ve ayrıca pek demodedir. Hafifçe zıplayarak yürürseniz, göğüsleriniz dikkat çekici bir şekilde sallanacaktır.. zıplamak çok da eğlenceli bir yürüme şekildir, aslında.. çocukluğunuzda nasıl da zıplardınız? Tabii bu arada, arabaya nasıl bindiğinize, nasıl indiğinize (prenses di stili), merdivenleri nasıl çıktığınıza, sandalyeden nasıl kalktığınıza dikkat etmeyi aman unutmayın..!

RasyonalizasyonKapitalizmin hırçın boyundurluğu altında kaygısızca, acımasızca küçültülen kadın bedenlerinin bu devir için cazip olduğu aşikar.. 90-60-90 ölçülerle bile yetinmeyen gaddarlar işi bacak boyuna, ayakkabı numarasına değin götürdüler. Bu ideal Vogue ölçülerinizde değilseniz -ki olmak pek bir zordur- büyük ihtimalle klasik Yunan ölçülerini taşıyorsunuzdur.. Platon'un da yere göğe koyamadığı bu "Yunan ölçüleri"nizle gurur duyduğunuzu her fırsatta ifade ederek durumunuzu neden rasyonalize etmeyesiniz ki?

Siz bu arada elbette ki rejimden ve spordan vazgeçmeyin, ama her zaman rejim yaptığınızı da inkar edin.. İlk randevunuzda ince damak zevkinizi vurgulayan, Amerikan porsiyon bir tabak kendinize ne kadar güvendiğinizin kanıtı olacaktır.. Öte yandan ara sıra "Acaba kilo aldım mı ?" diye nabız yoklamanız pek bir kadınca görünecektir..

Hamiş: Şehirin her yerinde, her fiyata göğüsleri küçülten, büyülten envai çeşit sütyen, popoyu kaldıran, birkaç beden küçülten korse, o harika görünen ve acaiip rahatsız tüm ayakkabılar için ortopedik taban ve yediğiniz tırnaklar için takma tırnak bulmanız mümkün...

Gardrop meselesiŞu suskun giyim tarzınızı biraz konuştursanız? Hani biraz ipucu verseniz? Sizin hakkınızda tek bir şey söyleyen ya da hiç bir şey söylemeyen tarzınızı biraz çeşitlendirip, herkesin aklını karıştırabilirsiniz. Seçkin semtlerimizin pazarlarında, seçkin semtlerimizin trendleri pek ucuza mal olur. Demet Şener ayakkabıları pek ortopedik olmasa da, kadına oldukça estetik bir görünüm kazandırır. Erkeklerin %99'unun ayakkabı fetişi mevcuttur. Bir tanesini yakaladıktan sonra, akşam evde ayak masajı yaptırıverirsiniz, n'olacak?

2-BAKIM: Kadın olmak vakit ve nakit ister...

Her daim bakımlı olmalısınız.. Bacaklarınız, koltuk altınız ve en önemlisi dudak üzeri tüysüz olmalı. Manikür ve pedikürünüz 5 metreden farkedilebilmeli... Kullandığınız parfüm, deadorant, duş jeli, peeling kremi, aromatik nemlendirici ve çiçek özünden şampuan uygun bir kombinasyonla etrafa Calvin Klein parfümünden bile daha hoş bir koku yaymanızı sağlayabilir... Sırası gelir, "İnsanın kendi teninden daha güzel bir koku olur mu canım?" deyiverirsiniz... Çelişiyor mu? Erkekler bizim bu çelişki yaratan tavırlarımızı çözümlemeye bayılırlar, boşverin..

3- ADAB-I MUAŞERET:

Suya sabuna dokunmayan Marlboro light kıvamında tatlı gevezeliklerErkeklere asla cevaplayamayacakları sorular sormamaya özen gösterin. Onlar sizi zaten "aydınlatmak" için ordadırlar. Onların düşünmedikleri konulara kafa patlattığınızı görürlerse, alınabilirler.. Hafif konulardan bahsedebilmek için ara sıra Best seller'lara ve kadın dergilerine göz atmakta oldukça fayda var. Örneğin; Osmanlı harem yaşamını konu alan, kadın olma sanatının incelikleri ve erkekleri "onlara çaktırmadan" idare etme stratejileri üzerine bin bir tavsiye veren kitapların ufkunuzu genişleteceğinden hiç şüpheniz olmasın. Bunun yanı sıra kadın dergileri de çağa ayak uydurma babında, keyifli "one night stand" yaşamanın yolları, vajina kaslarını çalıştırıcı Kegel egzersizleri gibi pratiğe geçirebileceğiniz bir yığın öneri sunarlar ki, sakın bunları da küçümsemeyin..

Hesabı rica edebilir miyiz?Hesap konusunda, karşınızdakinin niyetini anlayana kadar acımasız davranmakta hiç bir "etik sakınca" yoktur. Çok kızgın olduğunuzda menüdeki en pahalı yemek, özellikle az pişmiş kırmızı et çeşitleri anlayana bir şeyler söyleyebilir.

Hey taksi!Müstakbel sevgiliniz hakkında karar verinceye kadar, ilk bir kaç görüşmeye kendi olanaklarınızla gidin ki, içiniz bayıldığında çekip gidebilesiniz. Sonraları beyefendiye angarya çıkarma pahasına da olsa -yufka yürekli davranmanın bir anlamı yok- arabası olmasa bile taksiyle evinize bırakılma konusunda kararlı olun. Lay-lay-lom'dan sonra beylerin çok yakından tanıdığı güvenilir taksi durağının şoförlerine emanet edilebilirsiniz.

4-TAKTİKLER

Her erkek potansiyel bir sevgilidir. Yalnızlığınızdan dem vurmaktan da, sürekli erkeklerden bahsetmekten de kaçının. Sevgilisi olan bir kadın her zaman kulağa çok cazip gelir ve erkekleri tahrik eder. Potansiyel sevgilinin hala görüşülen eski sevgiliden ve ya bitmemiş, "bitememiş" bir ilişkiden haberdar olmasını sağlayın.. Erkekler rakiplerinin varlığından pek hazzederler.. ve bilirsiniz yarışmak hem egolarını, hem de adrenali yükseltir.

Asla olmamanız gerekenler:

Entellektüel olmakSiz siz olun, asla "varoluş sorunlarınızdan" bahsetmeyin. Erkekler entellektüel tartışmalara kendi cinsleri ile girmeyi tercih ederler, bilmem hiç farkettiniz mi? Kadınlarla bu tip tartışmalara girdiklerinde egolarını da beraberlerinde getirdiklerinden, onlar "yarışı" kaybettiklerinde siz de şansınızı kaybedersiniz.

Feminist olmakFeminist kadın istenmemiş kadın izlenimi yaratır... Feminist kadın oyun oynamaktan hoşlanmayan kadındır. Bu konuda ateşli tartışmalara girişmek önceden dilinizin yanmış olduğuna işaret eder ki bu da erkeklerle aranızın pek hoş olmadığını gösterir... Her ilişki bir oyundur. Oyun oynayan kadın acı çekmez, o kadar!

Yalnız olmakZannettiğiniz üzere yalnız olmak hiç de açık bir çek değildir.. Hoş bir erkek arkadaşınızla gezmek kısmetinizi kapamaz tam tersine erkeklere rekabet etme duygusu aşılayarak şansınızı arttırır..

Olmanız gerekenler:

Muzur, hayat dolu kötü kız RamizeHayal gücünüzü kullanın! İyi ve cici bir kız olmanın şimdiye kadar kimseye bir şey kazandırdığı görülmemiştir. Ara sıra eşref saati gelen kötü kız olmak inanın daha fazla merak uyandırır.(bkz: Kadın dergileri) O yüzden sonsuz şefkatli, anlayışlı ve sorun çıkarmayan bir kadın olmanıza hiç gerek yok.. Hayal gücünüzü kullanın! Kimi kadınlar "Sevgilim; beni kaçırdılar, bir odaya kapattılar, gel beni kurtar" diyecek denli yaratıcı olabiliyorlar.. Böyle bir mizansen onların şövalyeci ruhlarına sizce de pek uygun düşmüyor mu ?

Cilveli ve nazlıFazla naz aşık usandırır ama erkeklerin fetih ruhunu canlı tutmak adına siz siz olun n'olur, hemen teslim olmayın.. Erkeklerin dikkatini çekmek çok kolaydır ama bu dikkati korumak çok zordur... Zor düşürülen bir kale, harcanan emek ve zamanla nasıl da kıymet kazanır bir bilseniz.. Söylediklerine kendileri de inanana değin bekleyin..

CoolArtık modern çağa ait olmanın vaktidir. Cool olmak in! Duygusal olmak out!Oldukça hassas konular olan, geleceğe dair beklentiler erkeklerin ödünü kopartır. Kadınların en temel içgüdüsü olan, çocuk doğurma edimi ve sosyo-ekonomik ve etik koşulların bir anlamda zorunlu kıldığı evlilik kurumu üzerine mutlak yargılar belirtmekten mümkün mertebe kaçının.

Erkeğin yer yer komplekse kapılmasına yol açabilecek çok güçlü, kendine yeten bir kadın imajı da, korkup kaçmasına neden olabilecek bağlanmaya hazır ve nazır sulu gözlü bir kadın imajı kadar tehlikelidir. 3.yol en iyisi: Sosyal devlet , liberal ekonomi misali orta yol..

Unutmayın!Simone de Beauvoir ne der? İnsan kadın olarak dünyaya gelmez, zamanla kadın olur. Eee, biraz zahmet!!

0 yorum  

İkili İlişkilerde Bazı Senaryolar

İKİLİ İLİŞKİLERDE BAZI SENARYOLAR / DERİN GEZER

Televizyondaki Türk Filmi'nden gelen "Artık birbirimize aidiz; Ebediyen!" şeklindeki buğulu ses, ekrana bakıldığında birbirlerine şefkatle sarılmış iki aşığın görüntüsü ile bütünleşir. Birbirini seven bu iki insan, yakınlaşırlar ve aralarından su sızmaz şekilde birbirlerine sarılırlar. Tek arzuları tüm zamanlarını bir arada geçirmektir. Bu karalarında zorlama yoktur. Taraflar gönüllü olarak birbirleri ile yalnız kalmış ve gözleri de başka bir insan ya da olayı görmemektedir muhtemelen. Böyle bir ilişkinin içinde o esnada, başkalarına yer yoktur.

Şimdi başka bir filmdeki başka bir sahneye geçelim. Bu çift yine evlerinde, yalnız olarak oturmaktadırlar. Kapı çalınır içeriye erkeğin erkek arkadaşlarından biri girer. Gazete okuyup, televizyon seyretmekten zaten biraz sıkılmış olan erkek, karşısında eski çocukluk arkadaşını görünce sevinçten hoplar ve bu sevinci fark eden kadının göğsünde hafif bir sıkışma olursa da, gelen o kadar da kötü bir insan değildir. Ama yine de içini tarifi zor bir huzursuzluk kaplamıştır.

Açılan konular eski günlere gittikçe eski arkadaşlar özlenir ve telefonlar çalışır, her gelmeye karar veren kişiyi, gizlice içeriye mutfağa gidip, birbiri ile sinirli, fakat sessizce kavga eden çiftin etrafa yaydığı o zehirli ve keyifsiz hava izler. İlk gelen, geldiğine pişman olmuştur, ama daha önce bir defa aynı nedenlerden erken kalktığında, nasıl yapmacık bir sitem yediği aklına gelir ve tam bu aşamada, arayan eski bir arkadaşında hararetli bir şekilde davet edildiğini duyunca, kalkmaktan vazgeçer. Masum bir ziyaretin ateşli bir partiye dönüşmesinde kendi payının ne kadar olduğunu tartmaktadır ki, mutfakta sessizce yürütülmeye çalışılan tartışma, yerini bir anda parlayan, gürültülü fakat kısa süren bir bağrışmaya bırakır. Gelen diğer dostlar müziğin de etkisi ile bu olayı ya duymazlar, ya da duymazlıktan gelirler.

Şimdi burada bir duralım bundan sonraki muhtemel senaryoları bir izleyelim. Sizce kim haklı ve kimin ne yapması gerek?

Aklımıza gelen şıklar şunlar;

1. Şık; Durumu sezen misafirler, telefonla uzun ısrarlar soncu çağrılmış olsalar dahi, nazikçe müsaade isteyip evi terk ederler. Sonuç; herkes gittikten sonra kendisini yalnız ve üstelik yakın dostları tarafından terkedilmiş hisseden erkek ile, arkadaşlarını kovmaktan beter eden kadın arasında müthiş bir kavga kopar ve erkek evi terk ederek, cep telefonları ile arkadaşlarının nereye gittiğini öğrenir. Daha sonra toplanılan bu partide (aynı gece) arkadaşlarına kadını olmadık şekilde kötüleyecek, gece sabahın 4'ünde de eve döndüğünde, evde ağlayan gözlerle onu bekleyen kadına tekrar sarılıp, onunla tekrar barışacak ve birlikte muhteşem bir gece (sabah ve pazar günü) geçireceklerdir.

2.Şık; Parti devam edecek, kadın zoraki de olsa gürültüye katlanıp, en anlaşabildiği insanla sakin bir köşede sohbet edecek. Erkeğin eski dostlarının, aslında onu elinden alması, gibi bir tehlike altında olmadığını kavrayacak. "- Niye onlar bu kadar mutlu, eğleniyorlar ve niye ben bu kadar mutsuzum? Bu erkek için her şeyi yapıyorum, ama şu sarhoş eski arkadaşları kadar mutlu edemiyorum?" demeyerek gurubu kendine yakın bulup, sahip olduğu değerler ile eğlenceye katılarak beğeni ve sevgi toplayacak. Sonuç; Bu en güzel durumda misafirler gidince yorgunluktan, belki çılgınca sevişilemeyecek, ama sabah kendine gelen erkek, geceyi hatırlayıp kadına teşekkür edecek. Mutlu olup olmadığını soracak ve muhtemelen "- Yahu ev amma dağılmış, böyle toplantıları kırk yılda bir yapmak lazım!" diyecek ve kadınla hem ruhen, hem de bedenen daha yakın ve mutlu bir pazar günü geçirecekler.

3.Şık (Tanzanya Versiyonu); Kadın gecenin ilerleyen saatlerinde içindeki hırsı ve dikkate alınmama duygusunu iyice kin ve nefrete dönüştürecek. Kendisini ortama iyice yabancılaştıracak. Haklı olabileceği bir fırsat yakalayıp, mesela partinin herkesçe en gürültü çıkartılan bir anında, ilk önüne gelene tokadı basacak. Ne yaptığını hatırlamaz bir hale gelen adam, tokadı yedikten sonra kadına vurmamak için, hırsını sürüklenerek götürüldüğü tuvalet camına vurduğu yumrukla çıkartacak. Komşuların yardımıyla hastaneye yetiştirilen adamın koluna, 18 dikiş atılacak. Sonuç; Adam ve belki de diğer dostlar, bir daha böyle bir partiye katılmamaya ve bu tür insanlarla görüşmemeye karar verecek. Kadın ve erkek bir şey olamamışçasına yaşamlarına devam edecekler.

Bu şıklara bu şekilde devam edilebilir. Böyle bir niyetiniz varsa lütfen admin@erkekadam.com adresine yukarıdaki şekilde yazınız, hemen buraya ekleyelim.

Bütün bu olayları, en üstteki aralarından su sızmayan mutlu çiftle kıyasladığımızda, akımıza şunlar gelmekte. Birbirlerini yazının başında bahsettiğimiz çiftler kadar çok seven iki insan, başkalarını yanlarında istemez, aksine yalnız, baş başa kalabilmek için can atarlar. Bir gelen olsa, ya kovarlar, ya sakin bir köşeye kaçarlar. Ancak insan yaşamının bu şekilde sürüp gitmeyeceği de ortadadır. İnsan, netice itibarı ile sosyal bir varlıktır. Öyle, ya da böyle, çalışmak için, üretmek için, ve bazen de eğlenmek için sevgilisi ya da eşinin dışında insanlara ihtiyaç duyar. Bu onun eşinden sıkıldığı, ya da onu atık hiç sevmediği anlamına gelmez.

Bu durumda en doğrusu ve en güzeli birlikte, başka insanların arasına katılmak ve guruplar içerisinde mutlu olmaktır. Bu bir misafirliğe gitmek olabilir, ya da evde eski dostları ağırlamak olabilir. Bu tür faaliyetler bir supap gibi, sıkıntıya giren ilişkileri rahatlatırlar, insanların birbirlerine yakınlaşmasını sosyalleşmesini sağlarlar. Burada senin arkadaşın, benim arkadaşım olmaz. Çiftler birbirlerini çevreleriyle birlikte sevmeli ve kabul etmelidirler, en azından çevrelerini dikkate almalıdırlar. Çünkü insan her ne kadar ilk başlarda ikili bir ilişkiye anadan üryan giriyorsa da, zamanla sosyal çevresini de o ilişkiye taşıması kaçınılmazdır. İnsan çevresi ile sağlıklı bir bütünleşmeye girebildiği sürece mutlu ve üretken olur.

Yakın çevreleri ile sağlıklı bir bütünleşme sağlayamayan ve buna katlanamayan çiftler ise, kendilerine başka bir çözüm bulmak zorundadırlar...

0 yorum  

Kadınlar İş Hayatında

> Merhabalar, Bugüne kadar Pelin Atak rumuzu ile yazdım. Ama bundan sonra kendi adımı kullanmaya karar verdim. İsmimi bugüne kadar kullanmamamın sebebi, eski kocamın ve arkadaslarımın anılarımı okuduklarında beni tanıyacakları ve iç dünyamı keşfedecekleri endişesiydi ama bu konuda endişelenmeyi birdenbire bıraktım. Keşfetsinler tabii, ben o kadar sıkıntıyı yaşadım, bütün o kötü günleri onlarsız geçirdim, şimdi tam kendimi ifade edebilirken onların beni tanıyabilecekleri endişesini mi yaşayayım. Hayır. Benim adım Berna Tamer ve İzmir'de yaşıyorum.
>
> Şimdi gelelim bu hafta anlatmak istediklerime, şu sıralar kadınların kadınlarla ilişkilerinin ne kadar zor olduğunu düşünüyorum. Yok yok... yanlış anlamayın, işin içinde cinsellik yok. Tüm kadınların öyle ya da böyle farkettikleri elektriksel bir sorun bu. İki kadın daha karşılaşır karşılaşmaz negatif elektrikleri yollayıverirler birbirlerine. Bazı kediler gibi... Bazen (nadiren) ilişki pek dostça başlasa bile emin olun birgün mutlaka karşılıklı kılıçlar çekilir. Hel iş hayatındaysa bu rekabet. Uffff ki uf..
>
> Genellikle işyerlerinde kadınlar birbirleriyle çalışmakta çok sıkıntı çekerler, hele arada amir-memur ilişkisi varsa işler iyice sarpa sarar. Şöyle bir bakın etrafınıza doğru değil mi?
>
> Eski işyerimde bir ara, birbiriyle bağlantılı çalışmak zorunda kalan 20 kadın falan olmuştuk. Herkezin tarzı, kişiliği, zevkleri vs. elbette çok farklıydı ve sorun da bundan kaynaklanmıyordu zaten. Sorun herkesin kendi düşüncesinin doğru olduğundan emin olmasıydı. Pek bir uygar başlayan toplantılar, birdenbire arenaya dönüşüyor, bir saçsaça başbaşa girişmediğimiz kalıyordu. Elbette ağlayanlar, küsenler de cabası. O zamanlar çok ciddiye aldığım bu durumlar, nedense şimdi pek komik geliyor bana. Oysa belki benzer şeyleri hala yaşamaya devam ediyorum.
>
> O zamanlar hepimiz 20 ile 28 yaş grubunda olan 20 kadındık. Bir gün hiç unutmam genel bir toplantı yapıyorduk. Şirketimiz büyüme trendindeydi ve bizler çekirdek kadroyu oluşturan yönetici adaylarıydık. Aramızda 3 tane de erkek arkadaşımız vardı. Özel eğitimler alıyorduk, Pazarlama, Organizasyon, Market çalışmaları, İletişim Teknikleri, Beden Dili, Sunu Becerileri gibi çok değerli eğitimlere uzunca bir dönem gece 12'lere kadar hep birlikte katıldık. Bu eğitimlerin sonlarına doğru birşeylerin iyiye gitmesini bekliyordum açıkçası, ama sanırım bizler teknikleri öğrendikçe daha bir teknik savaşır hale gelmiştik.
>
> Beden Dili kullanarak iletişim kurmak istemediğimizi birbirimize profesyonelce ifade ediyor, göz temasından ustalıkla kaçınıyor ve bol bol sen dili kullanıyorduk. Hepimiz hastalanmıştık sanki. Bu soğuk savaş alanında şirket büyüyor muydu, yoksa batıyor muydu pek de farkında değildik.
>
> Derken çok sevgili patronumuz duruma el koymak zorunda kaldı. Yaşananlardan dolayı o da şaşkındı. Departmanlaştık ve her tavuk kendi kümesinde ötmeye başladı. Ama bize bu da yetmemişti, diğerlerinin işlerini takip ediyor ve bolca dedikodu yapıyorduk.
>
> Aslında burada bu duruma uygun olmayan bir durum da sessizce (saman altından) gelişiyordu. Bir kişi aramızda yokken, kalanlar birdenbire iyi arkadaş oluyorlar ve aramızda bulunmayan kişiyi acımasızca eleştiriyorduk. Bu anlarda sanki dost oluveriyorduk. Tuhaftır ki bu dostluk bu durumla birlikte sona eriyordu. Bir gün aralarında olmayan kendimiz oldsuğunda, arkamızda neler döndüğünü biliyorduk.
>
> İş sahamız çok verimli olduğu için şirket başarılı olmaya devam ediyordu ama çok sevgili kızlar bir bir yerlerini erkeklere bırakmaya başlamışlardı. Patronumuz sessiz ve derinden tüm kadroyu değiştirdi. Bir gün bir baktım ortada kimseler kalmamış. Benim dışımda tek bir bayan yönetici yoktu. Ortama çalışma ve sessizlik hakim olmuştu. Dingindik. Ben de çok yoğun çalışıyordum. Herşey yolundayken son darbe sekreterimden geldi ve ansızın istifa edip gitti. Ağlıyordu. Çok şaşırmıştım, ne zaman, neden, ne yaparak kalbini kırmıştım acaba? Kendisini defalarca aradım, bana kendisini hiç anlamadığımı, davranış biçimimin farkında olmadığımı söyledi. Oysa onu çok seviyordum ve hiç bu arenada düşünmemiştim. O benim sağ kolumdu. AMA O'DA BİR KADINDI. Belki atladığım nokta buydu.
>
> Bunları neden yazdım, kadınları kötülemek için mi? Asla ve kesinlikle HAYIR. Biz kadınlar yaradılıştan çok verimli, üretici, hassas, detaylara dikkat eden, sorumluluk sahibiyizdir. Ben sadece kadınlarla kadınların bir arada çalışmalarında olabilecek aksaklıklara dikkat çekmek istedim. Kadınlar doğuştan (sanırım hormonları gereği) yuva yapan dişi kuş oldukları için aynı yuvada başka kuşlar istemiyorlar. Bu durum da iş hayatına böyle saçma sapan bir rekabet olarak yansıyor. Belki çözüm birbirlerine direk bağlantılı çalışmayan kadın elemanlar olabilir. Ya da herkesin aynı statüde ama faklı alanlarda çalıştığı ortamlar yaratılabilir. "Yatay Hiyerarşi" böyle bir şey olur mu acaba? Yok yok olmadı, "Yatay Yapılanma" bu kulağa daha hoş geliyor. Amir falan yok. Hele kadının kadın amiri ASLA yok.. O zaman işte kadınlar verimli olabilmeye başlaya >
> Bence bu konu apayrı bir iş psikolojisi olarak ele alınmalı. Merak ediyorum acaba bu konuyu inceleyip hakkında yazı yazanlar, tez hazırlayanlar falan var mı? O kadar belirgin bir araştırma sahası ki..

Berna Tamer

0 yorum  

Bob Dylan Masters of War 1963

Bob Dylan "Masters of War" 1963 yilinda ki "The
Freewheelin" adli albumunden... yorumsuz...

Masters of War - Bob Dylan

Gelin bakalim savasin efendileri
Siz buyuk silahlar yapan
Olum ucaklari insa eden
Butun bombalari yapan
Duvarlarin arkasinda saklanan
Masalarinin gerisinde saklananlar

Maskelerinizin arkasinda sizi gorebildigimi bilmenizi
istiyorum.

Siz yok etmek haricinde asla hicbir sey yapmamis
olanlar
Siz oyuncaginizmis gibi benim dunyamla oynayanlar
Elime bir silah verip sonra gozlerimden saklananlar
Ve sonra donup en hizli kursunlardan kosarak kacanlar

Judas gibi yalan soyleyerek ihanet edenler
Inanmami istiyorsunuz ama bir dunya savasi
kazanilamaz.
Direnimden akan suyu gordugum gibi
Sizin gozlerinizden gorup beyninizi okuyorum

Siz digerlerinin ateslemesi icin tetikleri cekenler
Sonra koltuklarina kurulup olum sayisinin artmasini
seyredenler
Genc insanlarin vucutlarindan kan fiskirip camurun
icine gomulurken
Malikanelerinde saklananlar

Siz var olabilecek en kotu korkuyu uzerimize salanlar
Dunyaya bir bebek getirme korkusunu
Dogmamis ve ismi konmamis bebegimi tehdit ettiniz
Damarlarinizda akan kani hak etmiyorsunuz.

Boyle haybeden konusabilecek ne biliyorum ki
Genc oldugumu daha bir sey bilmedigimi
soyleyebilirsiniz
Ama bildigim tek bir sey var sizden genc olmama ragmen

Isa bile yaptiginizi asla bagislamayacak.

Durun size bir soru sorayim; paraniz bu kadar iyi mi?
Size bagislanmayi satin alabilecek mi? Alabilecegini
mi dusunuyorsunuz?
Cenazenizin olum canlari calarken anlayacaksiniz
Kazandiginiz onca para ile ruhunuzu asla geri satin
alamayacaksiniz.

Ve umarim olursunuz ve olumunuz yakin olur
Soluk bir ogle sonrasinda tabutunuzu seyredecegim
Ve mezariniza indirilirken sizi izleyecegim
Ve oldugunuzden emin olana kadar mezarinizin uzerinde
duracagim.

Masters of War - Bob Dylan

Come you masters of war
You that build the big guns
You that build the death planes
You that build all the bombs
You that hide behind walls
You that hide behind desks
I just want you to know I can see through your masks
You that never have done nothin' but build to destroy
You play with my world like it's your little toy
You put a gun in my hand then you hide from my eyes
Then you turn and run farther when the fast bullets
fly

Like Judas of old you lie and deceive
A world war can't be won, and you want me to believe
But I see through your eyes and I see through your
brain
Like I see through the water that runs down my drain

You that fasten all the triggers for the others to
fire
Then you sit back and watch while the death count gets
higher
You hide in your mansions while the young people's
blood
Flows out of their bodies and gets buried in the mud

You've thrown the worst fear that can ever be hurled
Fear to bring children into the world
For threatening my baby, unborn and unnamed
You ain't worth the blood that runs in your veins

How much do I know to talk out of turn
You might say that I'm young, you might say I'm
unlearned
But there's one thing I know, though I'm younger than
you
Even Jesus would never forgive what you do

Let me ask you one question: is your money that good?
Will it buy you forgiveness? Do you think that it
could?
I think you will find when your death takes its toll
All the money you made won't ever buy back your soul

And I hope that you die and your death will come soon
I'll follow your casket through the pale afternoon
And I'll watch while you're lowered into your death
bed
Then I'll stand over your grave till I'm sure that
you're dead

0 yorum  

Kadınlar İş Yaşamında

Kadınlarla kadınların ilişkilerini değerlendirirken tek bir örnekten hareket edip, bir cinsin tamamını karalayacak çıkarımlara varmak,oldukça yanlış diye düşünüyorum.



Her şeyden önce, örnek olarak bize anlatılan olayın ayrıntılarına ulaşamıyoruz. Örneğin 20 kadından sadece biri -tek ve muzaffer- bir biçimde hemcinslerini eleyip, tek başına işyerinde kalabilmektedir. Bir olay hakkında sonuçlara varabilmek için, olayın kahramanları olan kadınların yaşı, eğilimi, eğitim düzeyi, dünyaya bakışı, işin ne olduğu, patronun tutumu gibi bir çok faktörün olayın oluşumunda etkisi olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.Ve bunlardan sadece birini, yani cinsiyet faktörünü olayın oluşumunda tek ve biricik faktör olarak ortaya koymak yanlış diye düşünüyorum.



Acaba erkeklerin iş hayatlarında böyle sorunlar yok mu? Var. Hem de çok ciddi boyutta var. Arkadaş çevremin bana aktardıklarına göre, özel sektörde çalışan bir çok arkadaşım bu sorunlarla mücadele etmekte. Ancak erkekler bu konuda kadınlar gibi kartlarını açık oynamıyorlar. Onlar önce ayağını kaydırıp yerine geçeceği kişi aleyhine gerekli donelerini topluyor ve zamanı geldiğinde yani rüzgar kendi tarafından esmeye başladığında, o doneleri ortaya döküyorlar. Yani bazı kadınlar gibi, karşı tarafın kişiliğine yönelik hareketlerde bulunup rengini belli etmek yerine, sağlam bir temelin harcını oluşturuyorlar.

Aslında kadın ya da erkek arasında bir fark yok bu konuda. Önemli olan insanların çalıştıkları iş kolları. Eğer özel sektörde çalışıyorsanız ve işveren tarafından performans kriteri adı altında çalışanların en fazla sömürüsünü sağlayacak bir sistem dayatılıyorsa çalışanlara, bu çekişme kaçınılmazdır. Çünkü işveren, rekabet ortamında en fazla çalışan, en akıllı olan, en ispiyoncu olan, haklarını talep etmeyen, dünyaya geliş sebebi işverenin işlerini yapmak olduğunu düşünen personeli seçmektedir. Bunun için de çalışanları birbirine düşüren rekabet ortamını yaratmaktadır. Kendi deneyimlerimden bir örnek vermek istiyorum. Staj yaptığım bir büroda, sekreterin haklar



Yine gözlemlerime göre, devlet dairlerinde aynı birimde çalışan kadınlar arasında istisnai durumlar hariç çok iyi diyaloglar var. Çünkü hepsi aynı statüdeler. Bir üst basamak için sınav şartı getirildiğinden, kimse diğerinin yerine gözünü dikemiyor. Sınavı geçerse oraya gelebileceğini, ayrıca çeşitli kumpaslar kurmasının hiçbir faydası olmadığını iyi biliyorlar ve aralarında çok iyi dostluklar geliştiriyorlar.



Kadın ve erkek iş hayatında, farklı kulvarların cinslerini oynuyorlar. Yani birbirlerini rakip olarak dahi görmüyorlar. Erkekler sanki biraz küçümsüyorlar ve rakip muamelesi yapmıyorlar; kadınlar da, bu küçümsemeyi kabul etmişçesine, sessiz bir boyun eğiş içine giriyorlar ve yine kendi cinsinden birini rakip olarak seçiyorlar. Toplumsal bilinçaltımız.



Ayrıca patronlar erkek elemanları kadınlara tercih ediyorlar. Bu anlamda kadınların birer birer işten çıkarılmalarının gerçek nedenini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kadınlar iş hayatına bilmem kaç sıfır yenik başlıyorlar. Bir kadın ne zaman iyi bir çalışan olabilir? Sevgilisi veya nişanlısı olmaması yani karşı cinsle herhangi resmi veya gayrıresmi bir ilişkisinin olmaması, yaşı mümkün olduğu kadar genç olması ve güzel olması halinde o kadın, başvuran erkeklerle diğer donanımları eşit olması halinde belk



Açelya

0 yorum