Kriz ve Libido

KRİZ VE LİBİDO / KORKUT KESKİNER

Ana fikir fıkrada gizli;Trakyalı çiftlik sahibi Hüsmen Aga, orta yaşlı ve evli bir adamdır. Çifti çubuğu yerindedir, keyfi de yerindedir, ama karısı yerinde duramayan bir hanımdır. Adamcağız yorgun argın geldiği evde, sürekli olarak borçlu olduğu bir veresiye defteri burnuna uzatılmakta, borçları hatırlatılmaktadır. Hüsmen Aga, büyük bir hata eder, ve gencecik bir delikanlı olan İbrahim’i çiftliğine kahya olarak alır. İbrahim bütün gün, sürüleri toparlamakta, tarlaları sürmekte, sütleri sağıp, yoğurdu ve peyniri mayalamakta, diğer işçileri kontrolde eksik bırakmamakta, buna rağmen akşam evine koşarak gitmektedir. Hüsmen Aga’nın karısı, ona İbrahim’in evinde geç saatlere kadar yanan ışıklardan, her sabah yıkanan çarşaflardan, İbrahim’in karısının gün içinde attığı kahkahalardan bahsetmeye, hatta sadece bunları konuşmaya başlamıştır. Hüsmen Aga düşünür, düşünür, bir çare bulmalıdır. Çağırır İbrahim’i. “Bak oğlum”, der,” Ben seni çok sevdim. Şu koyunların yüz tanesini ortak sahiplenelim. Sen hem işini yap, hem de bu koyunlardan para kazan.” İbrahim teklifi ikiletmez, ağasının ellerine sarılır, filan. Aradan bir süre geçer. İbrahim işlerini yine yapmaktadır. Ama o sürü yok mu, o sürü? Koyunun birinin memesi iltihaplanır, arpa pahalanır, koç isteksiz davranır, ikiz kuzu doğmaz, peynir maya tutmaz, baytar zamanında gelmez, koyun sayısı azalır. İbrahim’in evinde ışık yanan akşam sayısı seyrelir, karısının suratı asılır. İbrahim’in varlığı artmış, ama yokluğu da artmıştır.

Bu hikaye çok evrensel. Belki bunu uzun bir öykü olarak yazmalıyım. Fıkranın bu yazıdaki görevine dönersek, arkadaşlar, erkekadamlar ve hanımkadınlar: Dünyevi sorunlar, libidomuzu düşürüyor.

Tarihi incelersek, doğum kontrol yöntemleri henüz bu kadar gelişmemişken bile, ekonomik kriz ve savaş dönemlerinde nüfus artışı durmuş, hatta bazı Batı ülkelerinde azaldığı yıllar olmuştur. Gelecekten umudunu kesen insanlar, olası çocuklarının getireceği külfetler ve yaşayacağı imkansızlıklar nedeniyle kıtlık dönemlerinde, üremeyi reddetmişlerdir. Bu dönemlerde, aslında diğer bütün eğlenceler, pahalı ve ulaşılmaz hale geldiği için, ucuzluğu nedeniyle daha sık yapılması beklenen cinsel eğlenceler, motivasyon eksikliği nedeniyle adeta durmuştur. Ama asıl ilginç olan, krizlerin daha çok erkek libidosunu vurmalarıdır. Özel iç çamaşırı ve cinsel eşya satışlarının kriz dönemlerinde artması, kesilen iştah probleminin seksist davranarak, ağırlıklı olarak erkekleri vurduğunun bir göstergesidir.

Yaşama ve hayatta -bugünlerde ayakta- kalma içgüdüsünün üreme, ve haz alma güdülerinin bu kadar önüne geçmesi, kriz nedeniyle İbrahimlerin Hüsmen Agalara dönüşmesi, bilimsel olarak da açıklanabiliyor. Vücudunuz bazı hormonları üretmeyi durduruyor. Siz istemeseniz bile. Mi?

Alternatif Tıp’ta, libidonun merkezi kök çakra olarak tamamlanır ve tam olarak iki bacağın birleşme noktasındadır. Bu merkez cinsel ve yaşam enerjilerinizi ve iştahınızı kontrol eder. Dünyayla ve gerçekleriyle bağınız bu çakradan geçer. Psikolojideki süper egonuz, tasavvuftaki beşer yönünüz, ve kanunun size yasakladığı bir çok tavır bu noktanın tetiklemesiyle harekete geçer.

Kainatın dengesi gibi, insan vücudunun da bir dengesi olduğunu savunan Alternatif Tıp, bu çakrayı dengelemek için başka bir çakrayı kullanır. O da tam iki kaşınızın arasındaki üçüncü göz çakrasıdır. Bu nokta, insanların düşünce aktivitesinin merkezidir (Yeri olmasa da size bir sır: etkilemek istediğiniz insanların iki kaşının arasına bakarak konuşun, çok daha ikna edici olacaksınız). Dünyevi ve ruhsal bütün düşünceler bu merkezden geçer. Problemleri çözen, kararları alan, seçimleri yapan nokta burasıdır.

Kök çakra ve üçüncü göz çakrası birbirinin dengesini doğrudan etkiler. Tabii ki dengesizliğini de. Sürekli olarak problem çözmeye, engel aşmaya, karar vermeye, seçim yapmaya konsantre bir vücudun, iştah ve libido üretememesi bu dengesizlikten kaynaklanır. Nitekim, “cinsel kapasitesi yüksek erkek” fantezilerinde, konu mankeninin genellikle, entelektüel kapasitesi düşük erkeklerden seçilmesi tesadüf değildir, ya da tatillerde artan yaramazlık güdüleri güneş ve sıcaktan değil, boşalmış ve rahatlamış zihinler yüzündendir. Bu çerçevede, son zamanlarda ortaya çıkan polemikteki gibi, entelektüeller daha az sevişir argümanı, Alternatif Tıp tarafından, “kafaları daha meşgul olduğu için öyledir” açıklamasıyla doğrulanıyor. Ne yazık ki, tersi de doğru. Cinsel aktivite yüksekliğine bağlı olarak, zihinsel kapasite de düşüyor.

Çare herşeyde olduğu gibi, dengede. Kararında, dengeli, ölçülü yaşamakta. Değiştiremeyeceğiniz koşullar için zihninizi yormayıp, enerjinizi değiştirebileceğiniz sorunlara konsantre etmekte. Hayatınızdaki şartlanmaları gözden geçirmekte. Öncelikleri yeniden sıralamakta. İki İbrahim’den hangisi olmak istediğinizi seçmekte.

Arkadaş bunlar zor, radikal ve yorucu, libidomuzu geri kazanmanın daha kolay yolu yok mu diyenler? Var. Keşke zor yolu seçip, İskender gibi düğümü kesseniz. Ama kolay çözüm yolu da var.

Alternatif tıp, doktorsuz, ilaçsız ve herkesin kendi kendine yapabileceği bazı metotlarla, enerjilerinizi dengelemeyi öğretiyor. “Çakra dengelemesi” her insanın yapabileceği bir uygulama, ve bu konuda internette binlerce sayfa var. Bütün vücudunuzu dengelerken, ağırlığı kök çakraya ve üçüncü göz çakrasına verin.

Ben yaptım, oldu...

0 yorum  

İlk Düğme

Bir kadının, daha önce hiç beraber olmadığı bir erkeğin karşısında bluzunun ilk düğmesini çözdüğü bir an vardır; iki insanın arasındki ilişkinin biçim değiştirdiği, kısa ya da uzun sürecek bir serüvenin başladığı, arkasında ne tür hazların saklandığının bilinmediği, mahremiyetin kanatlarının açıldığı o an genellikle en hızlı geçilen, tadı en az çıkarılan duraktır.
Birikmiş arzuların her türlü bendi çökerterek hayata doğru püskürdüğü o an, duyulan istekle telaşlanmış bir aceleciliğin kurbanı olur; günahkar bir törenin belki de en heyecan dolu, en görkemli parçası, biraz önce yaşanmış olanların yarattığı istek ve biraz sonra yaşanacak olanların yarattığı özlem arasında, hak etmediği bir özensizlikle atlanır.
Üstelik, o anın bağımsızca ortaya çıkmasına daizin verilmez.
Bütün yasakları, bütün kuralları, kalabalıkların kurduğu bütün köprüleri yıkan ilişkilerde bile "ilk düğme"nin açıldığı ana varmak için yine de haritası daha önceden çıkartılmış yollardan, kurallardan, köprülerden geçilir.
Erkekleri daima biraz çocuksu, biraz saf, biraz şaşkın bulan kadınların belki de en çocuksu, en saf ve en şaşkın hallerini ortaya koyan o tuhaf sorunun, bir erkeğin asla soramıyacağı, sormayı aklından bile geçirmeyeceği, "Beni benim içinmi, yoksa vücudum içinmi istiyorsun?" sorusunun cevabının kadınların istediği biçimde verilebilmiş olması için sevişmenin sihirli "dua"sının daha önceden yapılması, erkeğin kadına kendini beğendirebilmek amaçıyla çeşitli gösterilerde bulunması, kadınla ilgili duygularını incelikle dile getirmesi, kadını vücüdu için değilde onun varlığı için istediğini birlikte yenen yemeklerle, yapılan konuşmalarla kanıtlaması gerekir.
Kalabalıkların tüm kurallarını çğnemeye hazır bir kadın bile ilk düğmenin açılmasından önce bu kuralların yerine getirilmesini bekler; bunlar yapılmazsa, yaşanacak olanlar "ucuz ve çirkin" olacaktır.
Kendisini "kendim ve vücudum" diye ikiye bölen kadının, aslında çok sevdiği, aynanın karşısında uzun uzadıya incelediği, beğenmediği kısımlarını bin bir giyuim hillesiyle saklayıp beğendiğibölümlerini ustalıkla gözler önüne serdiği vücudunu, o ilk düğme açılmadan önce hiç fark etmemiş gibi yapması beklenir erkekten.
Vücudu sanki kadının rakibidir.
O vücuda elbette hayran olunmalı, o vücuda tapınılmalı ama ilk düğme açılmadan önce asla ondan söz edilmemeli, ona bakılmamalı, onunla ilgilenilmemelidir.
Bir kadına göre, "ilk düğme çözülmeden" önce onun vücudunu istemek, o vücuttan hoşlanmak, onu aşağılamak, onu o eğlenceli oyunun eşit bir tarafı olmaktan çıkarıp kendisi yapmak, onunla oynamaktır.
kadın hep, "Ben oyunculardan biri miyim, yoksa onun oynadığı oyunun kendisi miyim?" sorusunu sorar; erkeğin hiç bilmediği, hiç sormadığı bu soru onun için önemlidir, o oyunun tarafı olmak ister.
Ve bu tuhaf soru insanoğlunun hayatındaki belki de en heyecanlı anın o muhteşem titretişiminin yaşanmasını engeller.
Her duygunun en saf halini isteyen kadınların şehvetin en saf halini aşağılamalerı, şehveti yaşayabilmek için sevişmenin başlamasını beklemeleri, ilk düğmenin çözülmesinden önce mutlaka bazı kurallara uyulmasını istemeleri, en ayrıksı, en "ahlaksız" ilişkileri bile kuralların ve kendince bir "ahlakın" içine sokar, tertemiz ve sınırsız bir heyecan erzberlenmiş bir yakınlaşmanın içine hapsedip onu evcilleştirir.
Heyecan ve şehvet, kurallarının dışındadır halbuki.
İlk düğmenin açılmasının şartlara bağlanmamasındadır.
Kendini, vücudunu, erkeği bir oyuna dönüştürmektedir heyecan, kuralları parçalamaktır.
Duygulardan hiç söz etmeden, belkide hiç konuşmadaan, arzuyla dümdüz bir şekilde göğüslerine bakan bir erkeğin karşısında, o erkeği beğenen bir kadının usulca parmaklarını bluzuna götürüp ağır hareketlerle ilk düğmeyi açtığı anı düşünün.
Hiç blinmeyen, yeni bir oyunun keşfidir bu.
Belki de saatlerce sürecek bir sevişmenin bütün şehvetinin tek bir ana yüklenmesi, minicik bir hareketle hayatın bütün sınırlarının yıkılması, özgürlüğe bilinmeyen bir kapıdan geçilmesi, o anda hissedilecek duyguları herhalde bir fresk gibi bir daha silinmez bir biçimde insanın hafızasına ve ruhuna kazır.
O ilk düğmenin öyle açılması bütün kuralları yok edecek bir arzuyu eşine bir daha çok zor rastlanacak bir biçimde korkusuzca ortaya koyarken arzunun ortaya çıkış biçimindeki şiddet, arzunun kendisinden bile daha kuvvetli bir sarsıntı yaratır.
Bir insanın kendi vücuduna ve arzusuna böylesine tapınması, o vücuda ve arzuya Tanrısal bir güç ekler.
O anı yaşayan erkekle kadını gerçekten "özel bir ilişkinin içine sokar.
Bir kadın bir çok erkekle sevişebilir, sevişebileceği çok erkek bulunabilir; bir erkek de öyle, o da sevişebileceği çok kadın bulabilir, ama kaç kadınla kaç erkek böyle bir oyunu oynayabileceği bir "oyun arkadaşı"na, ilk düğmenin böyle bir şekilde açıldığı anı paylaşabileceği kaç kişiye rastlayabilir?
Bir insanın kendisine ve arzusuna teslim oluşundaki şiddeti bir başkasıyla paylaşabilmesi hayata çok değişik ve unutulmaz hazlar katar.
Kadınların bir yandan kendi vücutlarına böylesine düşkün olurken bir yandan da o vücudu böylesine küçümsemeleri, kendi vücutlarını kendilerine rakip görmeleri, heyecanı ve şehveti "duygular" dünyasının dışına atıp bu iki duygunun yalnızca yatakta yaşanabileceğini düşünmeleri, tensel arzunun ilk düğme açılmadan önce ortada görünmesini "ucuz" bulmaları, çok eğelenceli bir oyunun iki tarafından biri, üstelik de yönetimi elinde tutanı olduklarına inanamamaları, sevişmenin bir kurallar zincirinin ucuna asıldığını sanmaları insanların hayatından epeyce bir şeyler eksiltiyor.
Anları yaşayamıyor insanlar.
Saatleri, günleri, haftaları istemeleri anların çılgın pırıltısını söndürüyor.
Hayatı inci dizer gibi anları birbirine ekleyerek yaşamak da var halbuki.
Bir gün insanlar anların yakıcı varlığını keşfedecek.
Yasakların, korkuların, kuralların arkasına saklaaanan, en cesurlar tarafından bile ancak günlerden oluşan maşalarla tutulmaya çalışan, uzun zamanlar "soylu" bulunurken hep "ucuzlukla" suçlanan, başına ve sonuna hep bildik bir şeyler eklenen, ateşi söndürüp şiddeti azaltılan anlar; bir vakit gelecek bağımsızlığını ilan edecek, bütün asiliği ile ortaya çıkıp gizli esaretlerin bildik haritalarını yırtacak.
Kadınlar arzularından ve vücudlarından korkmayacaklar.
Uzun zamanların esir aldığı kadınlar anlarla özgürleşecek.
Ve onların özgürlüğü hayatın özgürlüğü olacak.
Ahmet ALTAN

1 yorum  

Bilemezsin

Sana anlatamıyorum ya, ben ona yanıyorum. Yazdıklarım, uzayda savrulup giden meteorlarmıdır acaba? Nasıl anlatsam bilemiyorum. Yazılarım, şiirlerim ve mektuplarım, bir kasırgaya tutulmuş ağacın sarı yaprakları gibi düşüyor pencereme. Düşen her sarı yaprakla beraber, yüreğim kanıyor, biliyormusun?
Bilemezsin.
Sen, pahalı restorantların, yeşil lensli, düzgün dişli alımlı güzeli, kedehini kaldırdığın da beyaz ve düzgün dişlimi? Her kalkan kadeh, o gece, ömrünün bir parçasını daha loş ışıklara vererek, unutmakmı acıları ve yanlızlıkları, yoksa, aşka susamışlığının arayış gecesimi? Hoş kahkaların ve gülümsemelerin ardında, gözü yaşlı yüreğini susturabiliyormusun? Unutabilyormusun, yarın yükleneceğin ağır ve leş bir yükün altında ezilmeni?
Üzgün kadın, güzel kadın, saçları dalgalı gözleri alımlı kadın, sen hayatın çıkışını da, inişini de yaşadın. Yüzünde saklamaya çalıştığın, yaşamın çizgileri her gecenin sabahında, biraz da belirginleşiyor. Ve her aynaya bakışında, o eski halini arıyorsun biliyorum. Yaşam denilen bu acı ve bir o kadar da yaşanılası ince çizgide, sen çok yol katettin az zamanda. Acıların galip, sevinçlerin yenik düşmüş, kaşlarına. İşte o kadehler de aradığın sevinçi, sonrasın da çok daha ağır ödemiyormusun, yanlızlık kalende? İçine kimsenin girmesine izin vermediğin, zindanların ağır kokusu sarmış olan o kaleni, nasıl da gösterbiliyorsun Marsilya'nın en güzel evi gibi? Oysa biliyorum ki, yanlızlık kalen yıkılacak göz yaşlarınla. Ve sen altında kalmamak için çabalarken, çatırdıyor kalenin duvarları. Sen onları uzun gecelerinde, tek başına, hiç yorulmadan, bir köylü kızının işlediği nakış gibi örmüştün. İçine yüreğini hapis ederek, ellerinle örmüştün. Hiç bunu yapmak istemediğin halde. Hiç içinden gelmediği halde.
"Sen gece gelen konuk"sun, "hiç kimsenin ve herkesin". Gözleri baygın bakan ve gözlerine baktıkça hayran olan ve seninle bir gece geçirebilmek için verebilceği çok şeyleri olanların, konuğu, "hiç kimsenin ve herkesin".
Aşk ne o kadehlerin içinde, ne de düzgün ve beyaz dişlerin parıltısında. Sözleriyle, beyinleri ayrı bir konçerto çalan kemalcıların sahte melodilerinde de değil. Aşk, ne teknoloji harikası cep telefonlarına gelen, süsülü ve beylik mesajlarda, ne de bir yudum çayı ikram edenin kıllı ve kirli ellerinde, ne de boş gecelerin sanal alemin sanal sözcüklerinde. Aşk, ne sahte sevgi sözcükleriyle ve gözlerine baka baka vajinanı düşünenlerin kalplerinde, ne de okuduğun, kitapların sihirli sözcüklerinde. Çünkü "ağla ağlayabildiğin kadar / bütün güzellikler sende / aşk bendedir". Çünkü, "en ağır işçi benim / gün 24 saat / seni düşünüyorum".
Varsa git, git ve bir daha dönme geriye, "konuk" olduğun masalara. Yanağına kondurulan bir buse için, içilen her şarabın kan olduğunu unutmadan git. "sen kan nedir bilmezsin / ölmedin, öldürmedin ki / yat toprağa boylu boyunca / ölüm bir yanında / kan bir yanındadır".
Git ve gelme, aşkı bulduğunda ara beni.
Bulamazsın.
"sen aşk nedir bilmezsin / beni sevmedin ki"

Mustafa YUKSEL

0 yorum