Sevgiliysek Eğer

Çok şeyler katmalısın hayata kendinden, benim için...ve kendin için tabii...

Artık laflar yetmiyor değirmenini döndürmeye sevginin. Önce hüzünleri
kurutmalısın sayfalar arasında, kaçıncı sayfada olduklarını asla
bilmemeliyiz... Ve... gülücükler takılmalı hayat okyanusundan bıraktığın
ağlara... kucaklar dolusu...Uzağımdaysan, uzaklıkları yakın etmelisin
ayrılığa inat! Üstüne üstüne yürümelisin zamanın. Gözlerin gecem olmalı,
saçların rüzgar; hesabını yapmamalıyızmesafelerle ayların...Kilometreler
kapı önü olmalı,kış ortasında kapıma getirmelisin gülüşünle baharı...Aylar

saatteki yelkovan, seninle yakalamalıyım uzayan sabahları...Yakınımdaysan,

en yakını aramalısın! Yüreğimin kuytularında iç savaşlar çıkarmalısın. Ben

bıkmalıyım mutluluklardan.İnadına tebessüm olmalısın. Sen düşüncelerimin
bordasında vazgeçilmezim olmalısın..Sen... sevgilimsen eğer yanımda
olmalısın benimle olmalısın içimde olmalısın... Ben seni sende yaşamalıyım

sevgili,sevgiliysek eğer..."Gel" dediğimde gelmelisin kutuplarda da
olsan..."Gel" dediğimde "hayır" demesini bilmelisin küsmeme aldırmadan...

yine de kızamamalıyım sana.Çok şeyler istiyorsam senden yine de sen
bilmelisin sunacaklarını.

Belki bazen bir tebessüm,

Belki ufak bir not,

Belki elinden gelenin en fazlası...

Seni verdiklerinle değil, onlar sız da sevmeliyim..!

Hayat kısa sevgili, hayat sürprizlerle dolu. Bana gül bahçesi
vaadetmemelisin papatyayla yetiniyorsam...Ve.. yüreğimi yormamalısın
dinlenmek istiyorsam...Ben seni sende yaşamalıyım sevgili...Bilmeliyim
içini, yüreğini... Ne duyuyorsan, ne yaşıyorsan olduğu gibi... Sevinçlerini

sevincim bilmeliyim. Hüzünlerine ortak olmalıyım. Korkularında yanında
olmalıyım, korkuları birlikte yenmeliyiz...Her şeyinle benim olmalısın...
harikalıklarınla olduğu adar gühlarınla yanlışlarınla... her olumsuzluğa
birlikte kanat germeliyiz, Sen, ben istemeden yanımda
olmalısın..!Mutluluklar türetmeliyiz ufak şeylerden..Balıkçının oltasındaki

balıktan,parktaki çocuğa kağıt helvanın yaşattığı mutluluktan ya da
telefondaki bir "alo"dan... Ufak şeylerden büyük mutluluklar
çıkarmalıyız.Senin tebessümün beni güldürmeli, benim hüznüm seni
üzmeli..Yürekten olmalısın..!

Aylık yaşamıma girmelisin olur olmadık. Hatta haftalık, günlük.. Beni yine

de sensiz bırakmalısın yanımda olduğun ölçüde. Özlemeliyim seni tüm
yoğunluğunla... Saatlerin, günlerin hesabını yapmalıyım. Yokluğun kangren
gibi kemirmeli içimi...

Ama...

O ölçüyü sen bilmelisin... Özlemim tavındayken varlığınla ödüllendirmelisin,

hani derler ya;"kendini özlet ama unutturma", özlemler sevdayı güçlendirir

bilirim...Ben seni sende yaşamalıyım sevgili...

Günlük hayatında nasılsan öyle olmalısın benimleyken..Yaptığım yemeği
beğenmediysen yemeyebilirsin (bunu bana tüm şirinliğinle söylemelisin ki
sana kızamamalıyım). Ve... sen de bana kızmamalısın seninle futbol maçların

izlemiyorsam, sevemedimbir türlü... ama belki bazı önemli maçlarda eşlik
edebilirim sana ne dersin, senin için...Birbirimizi olduğumuz gibi
kabullenmeliyiz.. Macun tüpünü ortadan sıkıyorsan ya da ne bileyim... tüm
giysilerini ortalığa dağıtıyorsan bunları da bilmeliyim...

bir virüs gibi girmelisin içime. Ne senle olmalıyım ne de
sensiz...gazetelerde senin burcunu okumalıyım benimkinden önce bir görevmiş

gibi..Sonra yorumlar yapmalıyım falların üzerine... Bakla fallarında her
şeyi sana yormalıyım... Ve... ben de senin vazgeçilmezin olmalıyım.Beni
olduğum gibi kabul etmelisin.Ben buyum, böyleyim...

Beni böyle sevmelisin...

Hırçınsam, kıpır kıpırsam (ki yüreğim kıpırtılarla dolu) bir o kadar da
durgunum belki. Sen beni çözmelisin... Beynimin labirentinde çıkış yolunu
bilmelisin... Beni her şeyimle bütünlemelisin...

Ben seni sende yaşamalıyım sevgili...

Cesur olmalısın!

Yürekten olmalısın!

Gözlerimdeki toroslara tek nefeste çıkmalısın!

Gözlerimdeki okyanusa düşünmeden dalmalısın!

Sen hayatımda tek yörüngem olmalısın!

Sensiz olmamalı sevgili...!

Hiçbir fedakarlık istemiyorum senden... Olduğun gibi olmalısın. Nasılsan
öyle! Doğal, sıradan... Farklı olmaya çalışmamalısın... Ve... bütün bunları

kendin olmakla yapmalısın. Sen olmakla... nasılsan öyle sevmeliyim seni.
Öyle sevdirmelisin kendini. Ben seni sende yaşamak istiyorum
sevgili...sunduklarınla, sunmaya çalıştıklarınla, olmaya çalıştığın
farklılıklarla değil.

Duygularınla doğal,

Yüreğinle doğal,

yaşamınla doğal yanlarınla...

Zaten olduğun gibi kabulümsen, her şey peşi sıra gelir.Kendin olmakla
başarırsın her şeyi... Ve... senin kabulünsem olduğum gibi, tüm savaşlara
hazırım yaşam boyunca...

Haydi ! Uzat elini

Hayat kısa sevgili...Vakit kaybetmeyelim...

Belki bir daha fırsatımız olmaz...

Haydi yola çıkalım!

BEN SENİ SENDE YAŞAMALIYIM SEVGİLİ

VE SEN DE

BENİ BENDE YAŞAMALISIN...

SEVGİLİYSEK EĞER..!

0 yorum  

Tahrif ve Tahrip Ediliyor Hayatlarımız 3

Mahmut AYAZ
"Gündelik olarak içinde yaşadığımız cehennemde acı çekmemenin iki yolu vardır. İlki pek çok insana uygundur: cehennemi kabullenip, artık onu göremeyecek kertede bir parçası haline gelmek. İkincisi daha risklidir ve öğrenme yolunda sürekli bir dikkat ve irade gerektirir: cehennemin orta yerinde, cehennem olmayanı araştırmak ve tanımasını bilmek, sürmesini sağlamak, ona alan açmak."

İtalo Galvino.

Ne çok şeyi öldürdüler Arkadaşım, insana ilişkin ne çok şeyi!... Mevsimler bile yazdan ve kıştan ibaret. İnsanla birlikte doğasını da öldürüyorlar. Ne ilkbahar kaldı elimizde, ne de sonbahar. Sadece yaz ve kıştan ibaret siyah ve beyaz bir yaşam. İnsanlığı öldürenler, mevsimleri neden öldürmesinler ki? İşte hür parlamenter rejim ve çoğulcu demokrasi maskesiyle insanlığın habis uru, kangrenli kanseri kanlı kapitalizm bu! İnsanlığını soyunmuş, paramparça atomize bireyleri uzaylılar mı yarattı Arkadaşım!?

Yanlızlığı ve mutsuzluğu insanlara biricik dost olarak dayatan kim?

***

Gözlerimde hep bir hüzün gizli Arkadaşım . Biliyor musun, içli ezgilere Küba'da da, Vietnam'da da, Kongo'da da ağlanır. Her yerde gökkuşağı ve her gökkuşağının altında bir çocuk vardır. Demek ki, her şeye karşın sevmek ve direnmek, her şeye karşın insanlık vardır.

***

Ne zaman incecik bir hüzne boğulan yüzünü avuçlarıma alsam acı ve sessizliğin burgacında usulca ağlardın. Gözlerin yüzyıllarca suskunluğun yanık ezgisi, yağmalanmış bir ömrün ağıtıydı ve ben ayakları dikenlerde yırtılan bir çocuk gibi gözyaşlarımı içime akıttım durdum. Kanlı karanfiller, yargısız infazlar gibi yüzün geçtikçe gözlerimden, dudaklarımı ısırarak sessizce ve umarsızca ağlardım.

Sesin kirpiklerime öksüz çığlıklar, sakallarıma çırılçıplak yıldızlar, gözlerime yargısız infazlar düşürüyor.

Yenilerek kanayan, yenildikçe kanayan tarihim sakallarımda gizlidir. Yalnızlığın eşkali yüreğimde gizlidir.

Yüreğin hep bir çığlık gibi yaralı tarihime devrilir. Soluğun yanık ezgiler gibi, öksüz çığlıklar gibi yüreğime devrilir. Çapraz ateşe alınmış gibi yüreğim devrilir. Yağmurlar yağar gözlerime kederli ve dertli dertli ağlayarak. Yaralı tarihimi ve kanayan yüreğimi, bir gece vakti bağrıma basarak kundakladım.

Derler ki, o vakit, kanatları kanayarak beyaz bir güvercin havalandı çığlık çığlığa; yüreğinde yaralı bir kelebek gibi genç ömrü, gözlerinde kronik bir şizofreni....

***

Bu kentte martıların çığlıkları hep kar altındadır, karanlıktadır. Bu kentte bir dal gibi budanmış yüreklere, bencillik ve duyarsızlık bir karabasan gibi çökmüştür. Kabalığın ve kırıcılığın hoyrat ve özerk cumhuriyetiydi bu kent. Bu hoyrat ve yıkıcı kalabalık, aslında kentin en büyük tenhalığıydı!

Bırak başka şeylerini, bedenine bile sahip olamayan, umutlarını düşlerine hapsetmiş ama her şeye karşın herkesin yenik olduğu mağrur insanların kentinde tüm yanılsamalar hak edilmişti! Oysa herkesin bir örnek giyindiği bu kimliksiz kentin sokaklarında, insanların soluğu yalnızlık kokuyordu. Akşamları Kordon sefası olarak yaşanan, aslında bir büyük acısıydı bu kentin. Aşk ve ölüm, madalyonun iki yüzüydü bu kentte. Bu yüzden şarkılar aşkı ve ölümü, ayrılığı ve acıyı ve günlük yalnızlığı söyler durmadan. Bu yitik insanlar kimliksiz bir kentin kederli akşamlarına özlemlerini rehin bırakıp, sevinçlerini kanatırlar durmadan. Rüzgarı ve yağmuru, sevinci ve kederi bile dürüst olmayan bu kentte akşamlar geceyarılarına çürüyerek devrilir.

Her çürümüşlük, ölüm değil midir Arkadaşım!?

0 yorum  

Tahrif ve Tahrip Ediliyor Hayatlarımız 2

Mahmut AYAZ
Ger derse Fuzuli ki: “Gözellerde vefa var,"
Aldanma ki, şair sözü, elbette, yalandur!
* * *
Fuzuli, eyb gılma yüz çevirsem ehl-i alemden,
Neden kim, her kime yüz dutdum, ondan yüz bela gördüm.
Fuzuli

10 Temmuz 1992’de şunu demiştim:

"Sende ben yıkımı gördüm çocuk / n’olur yalnızlığıma bulaşma, mutsuzluğumu kanatma / gülmeği çoktan unuttum / saflığınla beni ağlatma güzelliğinle aldatma / düşe kalka büyüyeceksin sen de ağlayacaksın çocuk / şimdiden kendini ağlatma / yazık etme genç ömrüne / körpe yüreğine sokma acıları / şimdiden yıkılma..."

İşte bu çocuk yıkılmadı ama dört yıl önce söylediğim gibi YIKIMIM oldu. Bu çocuk, benim yalnızlığıma bulaşan akrebim oldu. Kalbim hiçbir zaman beni korumayı bilmedi. En başta kalbim ihanet etti bana. Celladım hep kalbim oldu. Ah kalbim, kan çıbanlı, kangrenli kalbim; dikenli labirentlerde kendini durmadan kanatıyor, sonra da üşüyor... donma derecesinde üşüyorsun. İçindeki dehlizde kayboluyor, sonra da oturup ağlıyorsun. Dikenini hep kendine ve sevdiklerine batıran ve hep bir elma şekerine kandırılan aptal bir çocuk gibisin. Bir elma şekerine kanan aptal bir çocuksun. Kandırılmanın diğer adı aşktır çocuk! Onca kandırıldıktan sonra, bunu hâlâ öğrenemedin mi çocuk? Bütün sevdaların yanıtsız bitti. Yanıtsız sevdaların geceler boyu kanattı ve ağlattı seni. Sabaha değin, geceleri bir tufan gibi yaşayan çocuk, sabahın ilk saatlerinde üşüyerek ve umarsızca kendine sarılıp yattın. Sonunda şizo-depresif oldun çocuk!

Bir zamanlar karımdın benim. Arkadaşım; şimdiyse yabancımsın, yani hiçbir şeyimsin. Sapı kırılmış ve hep kanayan bir karanfilsin Arkadaşım. Cüzdanları büyük, beyinleri küçük insanların elinde elden ele dolaşan, sapı kırılmış ve hep kanayan karanfilsin. Benim onurlu karanfilim değilsin artık! Alkol ve sperm kokan gecelerde, kırık ve hep kanayan onursuz bir karanfilsin artık.

Yaralı bir güvercini sarar gibi seni bağrıma basmaz mıydım?! Gözlerini onarmaz mıydım... onarmaz mıydım?!

Oysa sesin çoktan eskidi. Artık, bedenimin bir parçası olmayı bırak, beynimin ve bedenimin fazlasıyla yabancısısın Arkadaşım.

Sesime ses katan yok; sesimin yankısı yok Arkadaşım. Yapayalnız kalıyorum sokaklarda, meydanlarda Arkadaşım. Portatif bir hayatı koltuklarımın arasına katlayıp, kentten kente sürgünlüğümü başlatıyorum. Ama her kent aslında bir portatif hayat Arkadaşım. Her kent yıkıcı bir yalnızlık, her kent kahreden bir keder. Bu kentler, bu ülke bitmiş Arkadaşım. Sağımı, solumu, ülkemi bilmiyorum artık. Ülkem nerede Arkadaşım?!

Bu sokaklardan, bu kentlerden, bu ülkeden başka gideceğim bir yer yok Arkadaşım. Biz bu ülkenin sokaklarında eskiyerek ve eksilerek kayboluyoruz! Gidecek başka da bir ülkemiz, başka da bir halkımız yok Arkadaşım! Bu ülkede kimi zat-ı muhterem ve muteberlerin payına devrime yatırılmış alkole meze kadınlar düşerken, bizim payımıza pimi çekilmiş, patlamaya hazır bomba gibi bir yürek ve acılar düşüyor Arkadaşım. Ah sevgili yurdum... ah sevgilim..!

Artık kimseye sevgilim diyemiyorum Arkadaşım. Artık üşürken kimsenin elinden tutamıyor, kimseye sokulamıyor, kimsenin göğsüne sığınamıyorum. Kimsenin elini tutamıyorum; tutsam kirlenir, tutmasam üşür ellerim. Yüreğim kirlenir, yüreğim üşür.

Duygularla birlikte şiir de bitti, Arkadaşım!

Yıldızlar hızla kirlenerek teker teker dökülüyor. Yıldızsız bir gökyüzü neye benzer, bir düşün Arkadaşım! Yıldızlar ve şiirle birlikte sen de bittin. Artık öksüzüm, gayri kimsesizim Arkadaşım. Artık şiir yazamam; seninle birlikte şiir de bitti Arkadaşım. Seninle birlikte ben de bittim.

Bütün yollar beni sana getirdi, bütün yollar sana çıktı Arkadaşım. Oysa şimdi hiçbir yol beni sana götürmüyor. Şimdi ben nereye giderim ki Arkadaşım? Bütün yollar ayrılığa, yani sensizliğe çıkıyor Arkadaşım. Sana çıkan hiçbir yol bilmiyorum. Hangi sokaklar sana çıkar, bilmiyorum. Artık hiçbir şey bilmiyorum.

Artık ürkek, tedirgin ve telaşlı sevişemeyeceğiz. Artık seni içime alırcasına sıkı sıkı kollarımla saramayacak, içime hapsettiğim, sır gibi sakladığım duygularım yüreğimi kanatmayacak ve ben gizli gizli ağlamayacağım. Artık sen uyurken, gizlice tenine ve terine titrek öpücükler konduramayacağım. Şimdi artık bir başka yanacağım, bir başka kanayacak yüreğim. Bir başka delireceğim sensizliklerde.

Murathan'ın dediği gibi: "Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim / Ben sende bütün aşklarımı temize çekmiştim"..." Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana / Bütün kazananlar gibi / Terk ettin."

* * *

Ben fahişeleri severim Arkadaşım, hem de çok severim. Fahişelerin yürek ve beden fahişesi olarak ikiye ayrıldığını biliyor muydun Arkadaşım? Vücutlarını (ama sadece vücutlarını) çaresizlikten satan ama yüreklerini kendilerine saklayan fahişeler, aslında sahte fahişelerdir ve dünyanın aslında en ağır, en dürüst, en namuslu işçileridir bunlar. Yürekleriyle birlikte vücutlarını ya da bir başka deyişle, vücutlarıyla birlikte yüreklerini (ki daha başka her şeylerini) de satanlarsa gerçek fahişelerdir ve toplumun en namuslu, en ahlâklı, en dürüst geçinen en kalabalık güruhudur bunlar! Sen gidip bunların arasına dizildin Arkadaşım. Ve bütün sözler kirlendi!...

Bunca kirlenmişliğin ortasında kim var seni gerçekten sevecek, böyle sevecek kim var?!

Artık kimsesiz bir çığlık yüreğini keskin bir bıçak gibi yırtıp geçmeyecek. O öksüz ve köksüz yüreğin, hep aynı kirlenmiş göğe bakıp, çırpınıp duracak... Ve umarsızca susacak. Hep susacak. Benim şaşkın ırmaklarım artık senin içinden geçmeyecek. Hızla kirlenen yüreklere ırmak gibi, yağmur gibi, rüzgar gibi aşklar yaraşmaz Arkadaşım.

Aşk artık bitti, Arkadaşım!

Ah be Arkadaşım, aşklar öylesine kirlendi ki, fahişe yürekler aşkla masturbasyon yapıyorlar artık. Korkunç bir mistifikasyonla yaşayan yürekler, hep yalnızlığın ve mutsuzlugun kör ve karanlık duvarına çarpmak zorundadır. Bu nedenle, sahte aşkların diğer adı hüsran oluyor. Kirlenen yürekler, kirlerini başka yüreklere de bulaştırıyor. Her geçen gün aşk daha da kirleniyor. Aşk yetimdir artık; aşk öksüz ve köksüzdür... Aşk kimsesizdir artık, sahipsizdir. Kirlenmiş yüreklerde yaşayan aşk değil, koskocaman bir yalandır / talandır.

Camus, "Bir şey elde edildiğinde yitirilmiştir" diyor. Oysa artık aşk elde edilmeden yitirilmiştir Arkadaşım!

0 yorum  

Tahrif ve Tahrip Ediliyor Hayatlarımız

Mahmut AYAZ
"O gitti bir sevdaya yasladı kendini
Ben kaldım yalnızlıkla karşıladım her şeyi"
Refik Durbaş


Sustum, sustukça sesim kanadı. Bu yitik kentin kimliksiz ve yalnız kalabalığında ya da kalabalık yaüstü örtülü bir acıyı aykırı bir sesle deşmek değil midir Arkadaşım?! Esmer yüzümde sessizliğimi taşıdım bilinmeyen kentlere; sustum, sustukça kanadı sesim.


Sen de sustun Arkadaşım, sustukça yalnızlığında, kanayan sesin dargın suskunluğuma aktı usulca. Suskunluğumuz çoğaldı yaralı tarihimizi kanatarak; gözlerim kanadı. Biliyor musun Arkadaşım, her şey ama her şey büyütüyor suskunluğu, durmadan uykularımı kanatarak.

Yoz ve uyuz bir kentin karanlık, daracık, tenha sokaklarında seni öksüz bir çocuk gibi bırakıp uzun ve bilinmeyen yollara düşerken, ülserimden, yüreğimden ve gözlerimden kan sızdığını nereden bilecektin? Bu yalnız kentin solgun mevsimlerinde gizli gizli kirlendiğimi, yüreğimin durmadan kızgın demirlerle deşildiğini, özlemlerimin hoyratça kanatıldığını, bu kentin yağmurunun, rüzgarının, gecesinin, gündüzünün, her şeyinin ama her şeyinin gizli ve korkunç bir ölüm olduğunu ve benim yaralı bir serçe gibi apansız bu cüzzamlı kenti neden terk ettiğimi nereden bileceksin? Bu kentin hep bir eksiklik, yarımlık, yanlışlık, kimsesizlik, hep bir yalnızlık, hep bir düş kırıklığı, hep yavaş yavaş küçük bir ölüm olduğunu nereden bileceksin?

Teninin tenime, soluğunun soluğuma bunca sinmişliğinde, bir türlü yanlışlığının ayırdına varmayan ve suskunlukla yanlışlığını, sessiz çığlıklarıyla acılarını büyüten ve her akşam boğazıma düğümler atan bu kenti bir gece ansızın ateşe verip, acı bir çığlık gibi sessizce hüznümü alıp kaçtım büyük yalnızlığıma. Aşkın yüceliğinin, cinselliğin kutsallığının hiç önemsenmediği, her şeyiyle kirletilmiş, her şeyin iğdiş edildiği bu zavallı kentte herkes ne kadar yalnız, ne kadar bencil, ne kadar ikiyüzlü olduğunun ayırdında bile değil. Oysa yanılsama ve mistifikasyon, derin bir yalnızlık ve gizli bir ölüm değil midir Arkadaşım?

Yalansız, çıkarsız, koşulsuz sevmeyi bilmeyen, mutluluğu bir eşya gibi satın almaya çalışan, yürekleri nasır, beyinleri pas tutmuş insan taslaklarının arasında, hazin hazin yaprak dökerek, hızla kuruyan bir ağaç gibi yaşayamazdım Arkadaşım. Anlamlı suskunluklarda çoğalmanın hazzını bilir misin Arkadaşım, sessizliğin sesini bilir misin? Kuru gürültülerden, kalabalık ağızlardan, anlamsız seslerden sessizliğe sığınmak çok mu tuhaf?

Evet, diğer adı yalnızlık da olsa, sessizlik istedim Arkadaşım, sadece sessizlik...

Yüzümde hep sessizliğin sesi kanar!

Dostlar gelir, dostlar gider kederli yüreğimden, ayak izlerini bırakarak usulca. Dargınlığımın, dalgınlığımın, daralmışlığımın, onurlu suskunluğumun altında, kahreden bir keder kanatır yüreğimi. Bu yüzden, yüzüm hep hüzün. Bu yüzden, yüzümde sessizliğin sesi hep durmadan kanar.

* * *

Anılar mı Arkadaşım? Cenap Şahabettin`in dediği gibi; "Anılar, kocayan beyinlerin koltuk değnekleridir." Anılar, zaman zaman kabuk bağlayan ama hep kanayan yaramdır benim. Anılar biraz aldanmışlık, biraz düş kırıklığı, biraz aydınlık bir umut, biraz doyumsuz bir mutluluk, biraz tedirgin ellerin, biraz hüzünlü gözlerin, biraz kendi ellerimizle boğduğumuz ilk gençliğimiz, biraz yasak aşkımız, biraz gizli ve doyumsuz sevişmelerimiz, biraz kanayan özlemlerimiz, biraz ihanetin, biraz sen, biraz ben, yani çokça onurlu ve yaralı tarihimiz...

Anılardan sonrası mı Arkadaşım? Konfiçyus`un dediği gibi; "Elmas nasıl yontulmadan mükemmelleşemezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz."

Anılardan sonrası uzun bir suskunluk ve bu suskunluğun ortasında büyüyen bir acı. Anılardan sonrası, yeniliksiz, tekdüze, heyecansız, cansız, onursuz günler, karanlık düşler, dalga dalga acısı yalnızlığın, bir türlü içi doldurulamayan büyük boşluklar, zamanın kederle aşındırdığı alnımda kırışıklıklar, sakallarımda dört mevsim ağaran acılar, derin bir uçurum gibi korkunç bir yalnızlık. Anılardan sonrası, yaralı ve durmadan kanayan bir tarih!

Anılar ve anılar sonrası yaşamak, yaşamak mıdır Arkadaşım?

* * *

Yüreğimde derin bir yara gibi ve her şeyini bırakarak çekip gittin. Ben kaldım yalnızlıklarda. Yüreğimde derin bir yara gibi apansız çekip gittin ve ansızın kanayan bir yara olarak çıkıp geldin. Kanım dondu damarlarımda, şaş kaldım. Yıllarca bir acıyı sessizce ve hep örselenerek büyüten yüreğim, bir kez daha kanadı gözlerinin hüznünde usulca susarak. Düşmemek için gözlerine tutundum. O hoyrat, o duyarsız kalabalıklardan örselenerek, yaralanarak gelip durmuştun karşımda tedirgin, ürkek ve mahcup. Bir düş kırıklığı, bir çaresizlik, bir onulmaz yalnızlık gibi gelip durmuştun karşımda, onurlu sessizliğimde. Acılarda boy veren kanayan özlemim, alnımdaki kederli kırışıklık, sakallarımda yasla ve acıyla ağaran onurum, dikenini içine büyüterek kanayan gülüm, acılarını yanık türkülerine akıtan, arsızca ve pervasızca her gün yağmalanan yasak ülkemdin benim. Şaşıra şaşıra şaş kalarak adresini bulmuş kederli gözlerin, acıların ağırlığıyla kırılmış kirpiklerin ilk gençlik düşlerini deneyerek tüm incimişliğiyle ve utancıyla, hüzünle gülümseyen ve bağışlayan gözlerime değince, dili tutulmuş ve şaşkın yüreğim, yani en hassas ve en güçsüz ve hep kanayan yerim, zavallı yüreğim, içimde bir şeylerin öldüğünü ve bir şeylerin yeniden canlandığını duyarak ve bu yükü kaldıramayacağını bilerek, içinde gizlice açan gülü herkesten saklayarak, yüzünü en ücra yerine gizleyerek apansız çekip gideceğini, bir büyük yalnızlığın yeniden başlayacağını tepeden tırnağa sızlayarak hemen anladı. Anladı ve karmakarışık duygularla sustu.

0 yorum  

Bilmem

en son neye küstüğümü hatırlamaya çalışıyorum - yok!
Çamurlu kaldırımda çöpe terkedilmiş kitaplara mı üzüleyim,
müziklerini çaldığım şairlere mi bilmem. Bildiğim, artık yoksun.
Elimi uzatsam- hani bir uzatsam taaa yakında biliyorum. Yosunlanmış,
yeşile aşık bir tutam saç gibi, ellerinde geleceğim. Ölüm korkutmuyor
beni, korktuğum yalnızlığım.
Ne sevmeyi özlerim en çok, ne kederli, yarıda bırakmayı kolamı. "-az
iç" derdin. Dinlemezdim. Kıllığına diil ha salt içmek istediğimden.
Hiç kızmazdın. Tıpkı o eski, o eprimiş, o naftalin kokulu sıcak
sonbaharlar gibi hatrımda gençliğimiz. Ne güzel dostlardık biz. Hem
herkesin ortasında bir yalnız kovboy, hem malatyalılar diyarında bir
amerikalı.
Oysa hiç bilemedik mesela biz, Los Angeles sokaklarının "aney aney"
diye bağıran bir türkücü çıkaramayacağını. Olsun! Bile bile ladestik
hayata.
Önce "evlilik" icat oldu ( mertliğin bozulması bile çok sonralara
denk düşüyor biliyorsun ), sonra boşanma. Ve tanrı çok kapsamlı
açıyordu insanın başına belaları.
Ne yanılmanın tadını hatırlıyordum işte- ne de baştan başlamaya
cesaretim vardı bişiilere. hepsi hepsi bir küçük hayat kırıntısı.
Kadınlarımızdan sakladığımız ufak bir hayat çalıntısı. Bilen biliyor,
bilmeyenin de... Neyse... Evet bilenler çok iyi biliyor, mezarının
başına çok sık gelmesem de, bedenin bedenimde- buna entellektüeller (
yoksa ruhbilimciler mi demeliydim ) "ruh göçü" diyor. yapma bunu
bana: bir rahatsız ruh bile fazla bu bedene.
hatırlarsın, terimizi çok başka bedenlerde ıslatırdık ama hep bir tek
kadınımız vardı hayatımızda. Sen ona aşık öldün, ben de diğerine.
Artık daha iyi biliyorum, acının yeni adı şiirdir varoşta. "kalk
gidelim" türküleri söylettiren adama, bir tek Tom Waits olamaz
kuşkusuz. Bir Erkin Koray, bir Cem Karaca var mesela- tabii Barış
Babanın yeri bambaşka.
Yalan, uçurtmalara karışır bir süre sonra, kahraman kasabaya geri
döner, hüzün bundan gayrı özümdedir. Yitirilen "zaman",
kazanılan "para" adını alır ve "aşk" hiç kuşkusuz, hiç kuşku duymadan
tadılacağı günlerin hayalindedir, içinde bir acı sitemle. Ve tabii,
en sevdiğin şarkı her daim dilinde :
"yağmurun elleri/ gitarın telleri yok/ sen de yoksun yanımda/
özlemişim çok... sen orada ben burda/ el ne karışır/ çok acele gelmen
lazım/ bize istanbul yakışır..."
Gökhanım, insanın tek dostunun - bırakalım bu ağızları hadi - insanın
tek "kanka"sının uzakta ve bir daha görünmeyecek olması, hafiften
mide bulandırıcı be oğlum. Önsözü olmazsa romanın, ööle roman olmaz
ki be oğlum. hadi be oğlum! Dön artık!!!

Geç kaldın baba; ne iş, Parsellerde kazı mı vardı?


(Yazi Sahibi Ugur Uludag)

0 yorum  

Özleme Dair - Can Dündar

Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...
Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...
"Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:
"Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."
Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...
...ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...
...gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
...sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken...
...seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
...yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...
...ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
...ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...
...yokluğunu beklemek, ne zor...
Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön bebeğim" demek istiyorum:
"Geri dön... Kulüben seni bekliyor..."
CAN DÜNDAR
aydankrm@

0 yorum  

Bir Anı

BİR ANI
Simdi bu benim hatun esine az rastlanir cinsinden bir hatun olur. Eskilerin "nevi sahsina münhasir" dediklerinden. Macerasi da boldur. 1993 yilindaydik. Uzunca bir dönem kullandigim Ford Taunus arabami bir beyaz Saab ile degistirmistim. Daha birkaç gün olmustu herhalde bir gece disari çiktik bir yerlere gezmeye gitmeye. Ben her ne kadar kredi karti filan gibi zimbirtilari bol kullanirsam da yanimda nakit para az oldumu pimpiriklenirim. Tam Sahray-i Cedit meydanindaki Is Bankasinin önünde durdum gecenin bir yarisinda. Herhalde yemege çikiyorduk ve de biraz da geç kalmistik. Hanima surdan biraz para çeksene dedim Bankamatigi gösterip. Homurdana homurdana indi. Benim bankamatik kartim olsa sen in diyecek de nakit para hazinemiz onun tekelinde. Genel kiyafet yönergesi abiye üzerine düzenlenmistir benim hatunun. Tabi bu düzenlemeyi yapan da bizzat kendisi. O gece de hatirladigim hafiften bir süslü kokos mertebesine ulasmis oldugu. O yüzden gece vakti yanlis anlasilip da uygunsuz teklifler almasin diye gözucu ile takipteyim. Allahtan bir dakika sonra önümüze yanasan beyaz bir Tempradan hanim hanimcik bir bayan inip o da Bankamatige gitti de telasim azaldi. O da geçti bizimkinin arkasina sira beklemeye basladi. Bizimkinin bir huyu vardir. su kollu kumar makinalarinda bile diyelim bir çekiste 20 jeton kazandi ise neme lazim diye biraz bekleyip birkaç da tokat atar makinaya. Belki bi 5 tane daha avantadan verir diye. Bankamatikten de parayi çekip makinaya hor davranmaya basladi. Nerde bu paranin faizi diyerekten. Alamayinca da sinirlenip söylene söylene arabaya dogru yürümeye basladi. Ben tabii ilk hücumu karsilamak üzere teyakkuz durumuna geçip hafif siper aldim. Gözucu ile düsmanin atis menziline girmesini izliyorum. Yanasti yanasti ama birden bire rota degistirdi. Söylene söylene önümdeki Tempraya yürümeye basladi. Ilk önce adama niye bu kadar yakin durdun filan gibi kizip benimd ilk hücumu savusturmami saglayacak diye bir sevinç dalgasi kapladi içimi ancak yürüyüs stili bana arabalari karistirdigini anlatiyordu. Uyarayim diye korka korka kornaya bir dokundum. Kafasini kaldirip kötü kötü bakti ve hedefine kararli adimlarla yürümeye devam etti. Kornaya bir kez daha bastim. Bu sefer ne söyledigini anlamak için dudak okuma uzmani olmak yetmez ayni zamanda küfür kapasitesinin de yüksek olmasi gerekirdi. Gene aldirmadi ve öndeki arabanin sag kapisini hizla açip kendini içeri atti. Benim saskin bakislarim arasinda sokak lambasinin isiginda kocaman ve kel kafasi paril paril parlayan adama dönüp söylendigini gördüm.
Bundan sonrasini onun agzindan aktarmam lazim.
- Tamam aldim parayi. Hadi yürü.
- ????
- Yürüsene be!! Baksana arkadaki pusta yiyecek sanki Korna çalip durdu pezevenk ben arabaya binene kadar.
- ????
- Bak hala çaliyor pust. Dur ben ne yapacam bak ona.
- ????
- Yürüsene be ne duruyorsun!! Bak selektörde yapiyor. Kavga mı çikartacan elin ibnesiyle. Yürü hadi.
Adam korka korka arabayi çalistirip vitese geçirip hareket edince ben ne oluyor yahu diye arabamla önlerine geçtim. Ben geçerken dudak hareketlerinden durumun hiç de iç açici olmadigini ayan beyan belli ediyordu hanim..
- Bak pusta geçerken bile bakiyor bana.
- ????
- Nasil açiliyordu bu arabanin cami siçayim bi çarkina da görsün.
- suradan hanimefendi.
- Aaaaaaa sen kimsin be?
Nihayet gördü herifi.
- Ne isin var senin bizim arabada?
- Ama hanimefendi bu araba benim vallahi.
- Neee. Kocam nerde peki?
- Bilmemki hanimefendi su korna çalan pust kocaniz olmasin.
- Dur. Dur surda be. Inecem ben.
- Hanimefendi zaten duruyorum.
Indi arabadan. Ben artik basima ne gelecegini filan umursamadan yerlere yatiyorum kahkahadan. Tam sirada adamin karisi geldi ve arabalarindan süslü püslü bir kadinin inip fiyatta anlasamamis bir tarzda kapiyi hizla çarptigini gördü.
Adamin yerinde olmak istemezdim dogrusu.
Yanarim yanarim güzelim Saabimi bir Tempra ile ve de lepiska saçli kocasini da bir kelle karistirdigina yanarim.
ekrem.gorur@

0 yorum  

Kardelenin Aşkı

güzel bir efsane... bu efsanenin kahramani bulundugu krallikta tüm genç
delikanlilarin ve yakin tüm kralliklarda güzelligi duyulmus genç ve güzel
kardelenin hayati... yüzünün güzelligi kadar kalbinin güzelligini bilmeyen
yokmus... evlenme çagi gelsede bir türlü kalbinin sahini bulamamis... bu
onun suçu degilmis gerçekten sevebilecegi ve asik olabilecegi biri olmasini
istemesiymis... bir gün yasli bir kadindan bir efsane duymus bu efsaneye
göre karli, bir okadar zor asilan daglarin ardinda kisi getiren ve beyaz
örtünün gerçek sahibi bir prans yasarmis... yalnizligi seçmesinin tek
nedenin kendisi için fedakarlik yapip bu soguk karlar ülkesinin kalbinde
kalmasiymis... ama oysa kardelen orada çok fazla kalamazmis... okadar soguk
okadar sogukmus ki bu hayalini kuran herkezi bu fikirden caydirirmis...
hatta bazi cesur prensesler oraya gidip geri döndüklerini ve hatta bir
dahada haber alinmadigini söylemis yalniz demis belki senin için karsi
daglarin ardinda yasayan yasli büyücü sana yardim eder demis...

herseye ragmen kardelen yola çikmis karlar öylesi büyülemis öylesi onu
etkilemiski... mutluluktan kalbi bir kus gibi çirpiniyor ve prensi görmek
için sabirsizlaniyormus... patikalari asarken karlarin güzelligi kardeleni
bile saskinliga çeviren sadece bu beyaz örtü onu oldukça etkilemis... öyleki
soguk bile bu güzelligi seyrettmek için durmasini engeleyememis... çok
üsümesine ve zorlu yollara ragmen bir kaç gün sonra prensin yasadigi
kralliga gelmis buarada prensten baska kimse yokmus... ilk görüste ask bu
oolmali ki bir birlerini ilk gördükleri an sevmisler hatta asik olmuslar...
fakat geçen her an kardelen için ölüm demöekmis... prens ona bunu
açiklamis... burada kalmasini çok istedigini ama bunun bir çaresinin
olmadigini ve asklarinin böylesi umutsuz kalacagini söylemis... ve eklemis
"böylesi ruhum yaninda huzur bulmusken; bundan sonra asla baska birinin
yaninda mutlu olamam ben" ve kardelende ayni duygulari yinelemis... ama ne
varki çaresizlik içinde geri dönmüs . ve bu efsaneyi anlatan yasli kadinin
bir kaç sözünü hatirlamis... yasli büyücünün ona yardim edebilecegini
düsünmüs... hemen yola koyulmus... bir kaç gün sonra derin heybetli
ormanlarin ardindan büyücünün evini bulmus... ona herseyi bir bir anlatmis
ama ne varki bunun çaresi yokmus... sadece bir yol varmis bir yol onu
bukadar yakin tutabilir bir yolla ancak böyle kucaklasabilirmis...oda nadir
olan ve sadece kis mevsiminde karlar prensinin koynunda açabilen bir çiçege
dönüstürebilecegini söylemis...ve durup düsünmüs kardelen "eger bu çiçege
dönüsürsem, bütün bir kis onunla beraber olur... bütün zamanimi onunla
geçirebilirdim demis..." ve eklemis..."olabilirmi askima yakin olabilmek
için bunu yapabilirmiyim demis..." ve bir kaç damla sevdikleri için veda
yaslari kararlilik içinde gözlerinden süzülmüs... büyücü ona sihirli bir
iksir yapmis... bu onu hayal ettigi çiçege dönüstürecek ve sonsuza dek
sadece kis mevsiminde açacakmis... tekrar yola koyulmus karli daglarin
eteklerini asip prensine herseyi anlatmis... kararliligi prensi okadar
etkilemiski onu kucagini açmis... büyünün verdigi iksirin bir kaç damlasini
yudumlamis... ve oracikta bir tohum tanesi olup karlarin arasinda kaybolmus
kardelen... bir kaç dakika sonra prensi bile saskina çeviren essiz güzel bir
çiçek büyüyüp boy vermis bu aski için fedakarliktan vazgeçmemis bu sevgisi
için yilmamis bu ugruna ölümü bile göze aldigi askinin koynunda açan
kardelenmis...

iste ask budur... gerçek sevgi fedakarlikla büyür... gerçek ask zamani
yener... gerçek sevgi yürekte hissedilir.... eger hayatta pismanlik duymak
istemiyorsaniz... geri dönüp neler kaybettigimize ve neleri tekrar
kazanabilecegimize bakmaliyiz... inanin geç degil.. bence bunun için geç
degil... eger gerçek sevgiyi gerçek aski yasadiysaniz bundan inanin tereddüt
etmeyin... çünkü yüreginizde sevgi zannettiginizden çok daha güçlü...
sizleri cesaretlendirecek... ve onun yanina götürecektir.... ve emin olun...
gerçek aski bir gün sizde yakalayacaksiniz...

"hayat yasanilir en güzel cennettir... asksa bunu yasatacak şarap..."
CANAN.KOC@

0 yorum