TAHRİF VE TAHRİP EDİLİYOR HAYATLARIMIZ

TAHRİF VE TAHRİP EDİLİYOR HAYATLARIMIZ-8
Mahmut AYAZ
"İnsanlar balık gibidir; balık sudan çıkınca,
insan insanlığından çıkınca ölür."
Yugoslav Atasözü

Her şey kendisine yabancılaşıyor Arkadaşım! Yüreğimiz bedenimize, bedenimiz kalabalıklara, kalabalıklar doğaya yabancılaşıyor. Yüreklerimiz aşka yabancılaşıyor. Aşklarımızın diğer adı düşlerimizdi; ikisini de iğdiş ettiler! Yüreklerde barınan artık aşk değil, yanılsamadır! Yürekler artik birer uzaktan kumanda aleti. İlişkiler artık rahatlıkla zappinglenebiliyor. Alçalan ve yükselen değerlere göre her şey kategorize edilerek, in ve out olarak yaşanıyor. Oysa aşklar kategorize edilemez, zappinglenemez ve yatak ilişkisine indirgenemez.

Bulvarlarda ve barlarda alkol ve parfüm kokusuyla yaşanan ve ardında hep bir eksiklik, boşluk ve burukluk bırakan aşk değil, şehevi duygular üzerinde yükselen doyurulmamış, kuru, yavan, salt bir cinselliktir. Kimsenin maskesini indirmediği ve herkesin birbirine yalan söylediği bir ortamda, gerçek aşka yer yoktur Arkadaşım. Rousseau, "gerçek aşk bağlılıkların en temizidir" demiş. İnsanların birbirine ve en başta kendisine ihanet ettiği bir ortamda gerçek aşka ne denli yer vardır Arkadaşım? Devletin ve toplumun onayıyla imzalanmış evliliklerin çift kişilik yataklarında aşk mı, utançla büyütülen yalanlar mı baş koyarlar yastığa?

Tescil edilmiş zorunluluğun, çağımızdaki adı aşk oluyor! Aşk olsun size!

Oysa aşk bir zorunluluk değil, gönüllülüktür. Gönüllü birliktelik, zorunlu birlikteliğe dönüştüğü anda, aşk da, sevgi de, saygı da, incelik ve içtenlik de biter.

Dürüstlüğün, paylaşmanın, özverinin, güvenin, inceliğin ve içtenliğin adıdır aşk. Siz isterseniz buna sevgi de diyebilirsiniz. Sevmek ki, "birçok şeyi" değil, her şeyi göze almaktır! İnsanların küçük şeyleri bile göze alamadığı bir ortamda sevgi de, aşk da aynı kapıya çıkmak zorundadır. Yeter ki, kimse özlemlerini gözbebeklerine gömmesin. Yeter ki, kimse korkunç yalnızlığıyla yüreğini kanatmasın / karartmasın. Çünkü aşk ve sevgi varsa, hayat güzelleşir ve çekilir / yaşanır. Dürüstlüğün, paylaşmanın, özverinin, güvenin, inceliğin ve içtenliğin adıdır aşk.


Aşk, gönüllü ve onurlu yaşamaktır Arkadaşım!

* * *

Bahar yavaş yavaş doğaya inip, ortalığı şöyle bir kolaçan ederek apartopar, telaşla ve ansızın kaçarken, yaz apansız bastırdı. Yazla birlikte, etinden budundan başka sergileyeceği hiçbir şeyi olmayan bu zavallı kent de, tüm şehevi duygularıyla dişiliğini soyundu. Bulvarlar, barlar, kafeteryalar, pastaneler, fast food’lar, Mc Donalds’lar, hattâ kültür merkezleri bile cinsel açlıkla yanıp tutuşan, daha doğrusu kuduran bedenlerin apışaralarından akan sıvılarla, ter, parfüm ve alkol kokularıyla karışık bir şehvet kokuyor.


Bu kentte rahimlere acı bir çığlık gibi düşen, talihsiz ve tarihsiz / kimsesiz çocuklardır.


Her gün içimizde bir çocuk öldürmüyor muyuz Arkadaşım? Her gün insanlığımızı öldürmüyor muyuz?

* * *

Suskunluktur kanayan! Suskunluğun duvarlarına çarpan kimsesiz bir çığlıktır kanayan. Ayrıntılarda aldanışımdır kanayan.


Bayat bir hayatla giriştiğim düelloda yenildim. Bütün hüzünleri gözlerime gömerek bu bayat hayattan çekiliyorum; ardımda kanayan kuşları ve çocukları kimsesiz bırakarak. Bayat bir hayata güzellikler yakışmaz. Bayat bir hayatta güzellikler yaşamaz. Çocukları ve kuşları, yani aşkları öldürüyorlar Arkadaşım!

Çocukların ve kuşların çekilen fotoğraflarında sesleri çıkmaz. İnsanlar fotoğraflardaki sessizliğe bakarlar da anlamazlar. Fotoğrafların arkasına da bakmazlar. Oysa çocukların ve kuşların çığlık gibi sesleri fotoğrafların arkasındadır Arkadaşım!


" Bir dolu kuş içinde küçük kuşumu yitirdim."

En çok çocuklar bilir aşkları, en çok küçük kuşlar hak eder aşkları ama en çok bildikleri ve hak ettikleri aşkları yaşayamazlar. Yaşayamazlar ve gider yalnızlıklara ya da yanılgılara yaslanırlar, hatta yaslanmaktan da öte, sığınırlar. Oysa sığındıkları, yıkık dökük duvarlardan ibaret bir virane, korkunç bir yanılsamadır.

Herkesin kendisini birer özerk ve demokratik cumhuriyet ilan edişinin altında korkunç bir yanılsama, yani mecburiyet vardır. Özerk ve demokratik cumhuriyetlerin cilaları kazındığında, mecburiyet çıkar ortaya. Mecburiyet ki, zavallı ve kirli bir utançtır; özerk ve demokratik mecburiyetlerde gerçek aşklara yer yoktur. Mecburiyet cumhuriyetine, sevdaya gecikenler ve sevdayı kaçıranlar iltica eder ve iğdiş edilmiş aşklar yaşarlar.


Suskunluktur kanayan! Suskunluğun duvarlarına çarpan kimsesiz bir çığlıktır kanayan. Ayrıntılarda aldanışımdır kanayan.


" Kuşlar/Artık uçmayacaklarsa ölmeleri daha iyi."

Nitekim kuşlar ölüyorlar teker teker. Her kuş öldükçe, içimde bir çocuk ölüyor. Oysa biliyorum; bütün kuşlar ölümlüdür. Fakat kalbim anlamıyor bunu. Kalbim hiçbir ölümü anlamıyor Arkadaşım.

Bu rezil hayat yüreğimi yaralıyor durmadan. Oysa yaşamın güzel yanları da var ama solgun, ama cılız, ama sessiz ve yaralı. İnsanlar ne kadar çabuk, dünya ne kadar hızlı kirleniyor! Sevginin sesi soluğu kesiliyor; boğuluyor hızla kirlenen yüreklerde. Sevgi siliniyor yüreklerden. Kanayan yüreklerdir, büyüyen yalnızlıklarda....


* * *

Aşk neye benziyor, biliyor musun Arkadaşım? Durmadan örselenen ve kimsesiz bir çocuğa... Elinden oyuncakları alınmış, oyuncaksız kalmış bir çocuğun hıçkırıklarına karışan gözyaşlarına... Yaprakları hızla dökülen ve dalları içten içe kuruyan yalnız bir ağaca, bir cezaevi fotografına, bir genelev kadınının çığlık gibi gülüşüne, kanatları kırılmış ve yağmurdan sırılsıklam olmuş, uzaklara uçamayan bir kuşun yüreğine gömdüğü acıya, yaralı ve yorgun bir karanfile, bir gözü sevinç, bir gözü hüzün bakan umarsızca susan bir çocuk yüzüne, frijit tenlerin ölü vücutlarla, suskun sözcüklerle, gizli bir utançla ve sahte bir şehvetle sevişmesine, acılarla gölgelenen yaralı bir şiir gibi eksik ve yanlış aşklara sürgün kılınmış genç ömürlere, yakılan şairlerin gözlerindeki tuhaf hüzünlere, kapkara bir umutsuzluğun burgacında sesini yüzyıllara yaymaya çalışan bir umut çığlığına, hoyrat ve kirli bir kalabalığın karanlık ve çirkin suretinde çaresizliğe, suskunluğa, ıssızlığa gömülmüş cılız bir fener gibi onura... Evet, onura benziyor Arkadaşım! Aşk, yargısız infazlara, faili meçhullere, sürgünlere, işkencelere, katliamlara uğratılan çığlık gibi bir onura benziyor. Şahlardan ve atlardan sonra, artık aşkları da vuruyorlar Arkadaşım. Yaralı ama onurlu aşklara Aşk olsun!


* * *

Ben bu yüreğe aşkı hep yasakladım Arkadaşım. Aşkların her geçen gün daha da artarak, neredeyse topluca ve onursuzca, çığlık çığlığa intihar ettiği bir ortamda, bu yürek böylesi aşkları hak edemez. Aşk, aslında onursuzca bir intihardır artık! Aşk, artık yürekleri arkadan sinsice ve gizlice hançerleyen bir Brütüs'tür. Aşk artık büyük bir yanılgıdır; aşk artık korkunç bir ihanettir. Artık her aşık müstakbel bir Sezar, her maşuk da müstakbel bir Brütüs'tür. Ben bu yüreğe Sezar'ın tahtını hep yasakladım.


Aşk artık bitti, Arkadaşım!

* * *

Her şey sanki sürekli beni sınayan, bende tekerrür eden bir şaka. Ama neden hep ben kırılıyorum ki? Su yolunda kırılan bir su testisiyim sanki. Ama hep ben kırılıyorum. Kırılmaktan da öte, paramparça oluyorum. Parçalarımı toplayıp yapıştırmak, kendimi onarmak epey zamanımı alıyor ve oldukça da pahalıya patlıyor bana. Ancak, bir süre sonra yine su yolunda kırılacak bir su testisi oluyorum. Ve bir kez daha ve her kez daha kırılıyorum. Bu kısırdöngüsel şaka, beynimi kanatan bir kötü masal. Artık kötü masallar dinlemek istemiyorum. Artık çocuk değilim.

Çocukken kötü masallarda yüreğim kanardı... Şimdiyse çocukluğum kanıyor!

 

0 yorum: