Tahrif ve Tahrip Ediliyor Hayatlarımız

Mahmut AYAZ
"O gitti bir sevdaya yasladı kendini
Ben kaldım yalnızlıkla karşıladım her şeyi"
Refik Durbaş


Sustum, sustukça sesim kanadı. Bu yitik kentin kimliksiz ve yalnız kalabalığında ya da kalabalık yaüstü örtülü bir acıyı aykırı bir sesle deşmek değil midir Arkadaşım?! Esmer yüzümde sessizliğimi taşıdım bilinmeyen kentlere; sustum, sustukça kanadı sesim.


Sen de sustun Arkadaşım, sustukça yalnızlığında, kanayan sesin dargın suskunluğuma aktı usulca. Suskunluğumuz çoğaldı yaralı tarihimizi kanatarak; gözlerim kanadı. Biliyor musun Arkadaşım, her şey ama her şey büyütüyor suskunluğu, durmadan uykularımı kanatarak.

Yoz ve uyuz bir kentin karanlık, daracık, tenha sokaklarında seni öksüz bir çocuk gibi bırakıp uzun ve bilinmeyen yollara düşerken, ülserimden, yüreğimden ve gözlerimden kan sızdığını nereden bilecektin? Bu yalnız kentin solgun mevsimlerinde gizli gizli kirlendiğimi, yüreğimin durmadan kızgın demirlerle deşildiğini, özlemlerimin hoyratça kanatıldığını, bu kentin yağmurunun, rüzgarının, gecesinin, gündüzünün, her şeyinin ama her şeyinin gizli ve korkunç bir ölüm olduğunu ve benim yaralı bir serçe gibi apansız bu cüzzamlı kenti neden terk ettiğimi nereden bileceksin? Bu kentin hep bir eksiklik, yarımlık, yanlışlık, kimsesizlik, hep bir yalnızlık, hep bir düş kırıklığı, hep yavaş yavaş küçük bir ölüm olduğunu nereden bileceksin?

Teninin tenime, soluğunun soluğuma bunca sinmişliğinde, bir türlü yanlışlığının ayırdına varmayan ve suskunlukla yanlışlığını, sessiz çığlıklarıyla acılarını büyüten ve her akşam boğazıma düğümler atan bu kenti bir gece ansızın ateşe verip, acı bir çığlık gibi sessizce hüznümü alıp kaçtım büyük yalnızlığıma. Aşkın yüceliğinin, cinselliğin kutsallığının hiç önemsenmediği, her şeyiyle kirletilmiş, her şeyin iğdiş edildiği bu zavallı kentte herkes ne kadar yalnız, ne kadar bencil, ne kadar ikiyüzlü olduğunun ayırdında bile değil. Oysa yanılsama ve mistifikasyon, derin bir yalnızlık ve gizli bir ölüm değil midir Arkadaşım?

Yalansız, çıkarsız, koşulsuz sevmeyi bilmeyen, mutluluğu bir eşya gibi satın almaya çalışan, yürekleri nasır, beyinleri pas tutmuş insan taslaklarının arasında, hazin hazin yaprak dökerek, hızla kuruyan bir ağaç gibi yaşayamazdım Arkadaşım. Anlamlı suskunluklarda çoğalmanın hazzını bilir misin Arkadaşım, sessizliğin sesini bilir misin? Kuru gürültülerden, kalabalık ağızlardan, anlamsız seslerden sessizliğe sığınmak çok mu tuhaf?

Evet, diğer adı yalnızlık da olsa, sessizlik istedim Arkadaşım, sadece sessizlik...

Yüzümde hep sessizliğin sesi kanar!

Dostlar gelir, dostlar gider kederli yüreğimden, ayak izlerini bırakarak usulca. Dargınlığımın, dalgınlığımın, daralmışlığımın, onurlu suskunluğumun altında, kahreden bir keder kanatır yüreğimi. Bu yüzden, yüzüm hep hüzün. Bu yüzden, yüzümde sessizliğin sesi hep durmadan kanar.

* * *

Anılar mı Arkadaşım? Cenap Şahabettin`in dediği gibi; "Anılar, kocayan beyinlerin koltuk değnekleridir." Anılar, zaman zaman kabuk bağlayan ama hep kanayan yaramdır benim. Anılar biraz aldanmışlık, biraz düş kırıklığı, biraz aydınlık bir umut, biraz doyumsuz bir mutluluk, biraz tedirgin ellerin, biraz hüzünlü gözlerin, biraz kendi ellerimizle boğduğumuz ilk gençliğimiz, biraz yasak aşkımız, biraz gizli ve doyumsuz sevişmelerimiz, biraz kanayan özlemlerimiz, biraz ihanetin, biraz sen, biraz ben, yani çokça onurlu ve yaralı tarihimiz...

Anılardan sonrası mı Arkadaşım? Konfiçyus`un dediği gibi; "Elmas nasıl yontulmadan mükemmelleşemezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz."

Anılardan sonrası uzun bir suskunluk ve bu suskunluğun ortasında büyüyen bir acı. Anılardan sonrası, yeniliksiz, tekdüze, heyecansız, cansız, onursuz günler, karanlık düşler, dalga dalga acısı yalnızlığın, bir türlü içi doldurulamayan büyük boşluklar, zamanın kederle aşındırdığı alnımda kırışıklıklar, sakallarımda dört mevsim ağaran acılar, derin bir uçurum gibi korkunç bir yalnızlık. Anılardan sonrası, yaralı ve durmadan kanayan bir tarih!

Anılar ve anılar sonrası yaşamak, yaşamak mıdır Arkadaşım?

* * *

Yüreğimde derin bir yara gibi ve her şeyini bırakarak çekip gittin. Ben kaldım yalnızlıklarda. Yüreğimde derin bir yara gibi apansız çekip gittin ve ansızın kanayan bir yara olarak çıkıp geldin. Kanım dondu damarlarımda, şaş kaldım. Yıllarca bir acıyı sessizce ve hep örselenerek büyüten yüreğim, bir kez daha kanadı gözlerinin hüznünde usulca susarak. Düşmemek için gözlerine tutundum. O hoyrat, o duyarsız kalabalıklardan örselenerek, yaralanarak gelip durmuştun karşımda tedirgin, ürkek ve mahcup. Bir düş kırıklığı, bir çaresizlik, bir onulmaz yalnızlık gibi gelip durmuştun karşımda, onurlu sessizliğimde. Acılarda boy veren kanayan özlemim, alnımdaki kederli kırışıklık, sakallarımda yasla ve acıyla ağaran onurum, dikenini içine büyüterek kanayan gülüm, acılarını yanık türkülerine akıtan, arsızca ve pervasızca her gün yağmalanan yasak ülkemdin benim. Şaşıra şaşıra şaş kalarak adresini bulmuş kederli gözlerin, acıların ağırlığıyla kırılmış kirpiklerin ilk gençlik düşlerini deneyerek tüm incimişliğiyle ve utancıyla, hüzünle gülümseyen ve bağışlayan gözlerime değince, dili tutulmuş ve şaşkın yüreğim, yani en hassas ve en güçsüz ve hep kanayan yerim, zavallı yüreğim, içimde bir şeylerin öldüğünü ve bir şeylerin yeniden canlandığını duyarak ve bu yükü kaldıramayacağını bilerek, içinde gizlice açan gülü herkesten saklayarak, yüzünü en ücra yerine gizleyerek apansız çekip gideceğini, bir büyük yalnızlığın yeniden başlayacağını tepeden tırnağa sızlayarak hemen anladı. Anladı ve karmakarışık duygularla sustu.

 

0 yorum: