Tahrif ve Tahrip Ediliyor Hayatlarımız 3

Mahmut AYAZ
"Gündelik olarak içinde yaşadığımız cehennemde acı çekmemenin iki yolu vardır. İlki pek çok insana uygundur: cehennemi kabullenip, artık onu göremeyecek kertede bir parçası haline gelmek. İkincisi daha risklidir ve öğrenme yolunda sürekli bir dikkat ve irade gerektirir: cehennemin orta yerinde, cehennem olmayanı araştırmak ve tanımasını bilmek, sürmesini sağlamak, ona alan açmak."

İtalo Galvino.

Ne çok şeyi öldürdüler Arkadaşım, insana ilişkin ne çok şeyi!... Mevsimler bile yazdan ve kıştan ibaret. İnsanla birlikte doğasını da öldürüyorlar. Ne ilkbahar kaldı elimizde, ne de sonbahar. Sadece yaz ve kıştan ibaret siyah ve beyaz bir yaşam. İnsanlığı öldürenler, mevsimleri neden öldürmesinler ki? İşte hür parlamenter rejim ve çoğulcu demokrasi maskesiyle insanlığın habis uru, kangrenli kanseri kanlı kapitalizm bu! İnsanlığını soyunmuş, paramparça atomize bireyleri uzaylılar mı yarattı Arkadaşım!?

Yanlızlığı ve mutsuzluğu insanlara biricik dost olarak dayatan kim?

***

Gözlerimde hep bir hüzün gizli Arkadaşım . Biliyor musun, içli ezgilere Küba'da da, Vietnam'da da, Kongo'da da ağlanır. Her yerde gökkuşağı ve her gökkuşağının altında bir çocuk vardır. Demek ki, her şeye karşın sevmek ve direnmek, her şeye karşın insanlık vardır.

***

Ne zaman incecik bir hüzne boğulan yüzünü avuçlarıma alsam acı ve sessizliğin burgacında usulca ağlardın. Gözlerin yüzyıllarca suskunluğun yanık ezgisi, yağmalanmış bir ömrün ağıtıydı ve ben ayakları dikenlerde yırtılan bir çocuk gibi gözyaşlarımı içime akıttım durdum. Kanlı karanfiller, yargısız infazlar gibi yüzün geçtikçe gözlerimden, dudaklarımı ısırarak sessizce ve umarsızca ağlardım.

Sesin kirpiklerime öksüz çığlıklar, sakallarıma çırılçıplak yıldızlar, gözlerime yargısız infazlar düşürüyor.

Yenilerek kanayan, yenildikçe kanayan tarihim sakallarımda gizlidir. Yalnızlığın eşkali yüreğimde gizlidir.

Yüreğin hep bir çığlık gibi yaralı tarihime devrilir. Soluğun yanık ezgiler gibi, öksüz çığlıklar gibi yüreğime devrilir. Çapraz ateşe alınmış gibi yüreğim devrilir. Yağmurlar yağar gözlerime kederli ve dertli dertli ağlayarak. Yaralı tarihimi ve kanayan yüreğimi, bir gece vakti bağrıma basarak kundakladım.

Derler ki, o vakit, kanatları kanayarak beyaz bir güvercin havalandı çığlık çığlığa; yüreğinde yaralı bir kelebek gibi genç ömrü, gözlerinde kronik bir şizofreni....

***

Bu kentte martıların çığlıkları hep kar altındadır, karanlıktadır. Bu kentte bir dal gibi budanmış yüreklere, bencillik ve duyarsızlık bir karabasan gibi çökmüştür. Kabalığın ve kırıcılığın hoyrat ve özerk cumhuriyetiydi bu kent. Bu hoyrat ve yıkıcı kalabalık, aslında kentin en büyük tenhalığıydı!

Bırak başka şeylerini, bedenine bile sahip olamayan, umutlarını düşlerine hapsetmiş ama her şeye karşın herkesin yenik olduğu mağrur insanların kentinde tüm yanılsamalar hak edilmişti! Oysa herkesin bir örnek giyindiği bu kimliksiz kentin sokaklarında, insanların soluğu yalnızlık kokuyordu. Akşamları Kordon sefası olarak yaşanan, aslında bir büyük acısıydı bu kentin. Aşk ve ölüm, madalyonun iki yüzüydü bu kentte. Bu yüzden şarkılar aşkı ve ölümü, ayrılığı ve acıyı ve günlük yalnızlığı söyler durmadan. Bu yitik insanlar kimliksiz bir kentin kederli akşamlarına özlemlerini rehin bırakıp, sevinçlerini kanatırlar durmadan. Rüzgarı ve yağmuru, sevinci ve kederi bile dürüst olmayan bu kentte akşamlar geceyarılarına çürüyerek devrilir.

Her çürümüşlük, ölüm değil midir Arkadaşım!?

 

0 yorum: