Türkiye'nin sola ihtiyacı var mı?

Bundan beş hafta önce (25 Kasım) 'Solculuğun tedavisi mümkün müdür?' başlıklı bir yazı yayımladım. Aslında o yazı, hemen o 24 Kasım günü yazılıp sayfaya konmadı, neredeyse bir hafta önce kaleme alındı.
Yazıyı ilk okuyan, Radikal İki'nin Yayın Yönetmeni Tuğrul Eryılmaz oldu. İkinci okuyan ise Murat Çelikkan. Her ikisine de yazıyla ilgili fikirlerini sordum. Tuğrul'un fikirlerini burada ifşa etmeyeceğim ama Murat'ınkilerin bir bölümünü söyleyebilirim:
"Önemli bir boşluğu var yazının" dedi Murat, "İktidar meselesine hiç değinmemişsin."
Bilerek değinmemiştim. Yazıda, neye karşı olduğunu bile düşünmeden-bilmeden peşinen muhalif olmayı eleştiriyordum. Ama hayatta duruş olarak muhalif olmayı seçmeyi es geçiyordum. Çünkü o duruş, bence solculukla uzaktan akrabalık bağları olsa da, son tahlilde solculuk değildir.
Her çeşit iktidarı eleştirmek, aydın olmanın yegâne tanımı değilse de, aydın duruşunun çok önemli bir tamamlayıcı parçası. Bu tür aydınlara bir örnek vermem gerekirse, ilk aklıma gelen isim Noam Chomsky.
Ancak unutulmaması gereken şey, bu aydın tutumunun bütün iktidar biçimlerine karşı eleştirel olduğudur. İster sağ ister sol olsun, bütün iktidarlar tanım olarak kötüdür, insanları köleleştirmek için vardır. Bu aydın duruşu bir siyasi akım da değildir ve olamaz.
Kısacası, bu aydın duruşunun solculukla karıştırılmaması gerekiyor. Solculuk, nihayetinde bir siyasi akımdır ve doğası gereği iktidara taliptir ya da bir gün iktidara gelmeyi umar. Bu anlamıyla solcular, var olan iktidara karşı çıkarken, bir gün kendileri iktidara gelince neyi yapacaklarını veya yapmayacaklarını da söylemiş olurlar.
Ve unutmayın, 'Bir gün iktidara geleceğim' demek, 'Bir gün ben de kazanacağım' demektir.
Ancak Türkiye'de solcuların (bütün o geniş yelpazenin) iktidarı gerçekten isteyip istemediğine dair ciddi şüphelerim var. Bilmiyorum yanlış bir akıl yürütme mi yapıyorum ama bir gün iktidara gelmeyi gerçekten isteyen, dönüp kendisini de bir sorgular, 'Ben acaba nerede yanlış yapmış olabilirim' der, geçmiş hatalarından ders çıkarmaya çalışır. Oysa bu hesaplaşmayı maalesef göremiyorum.
İşte bu yüzden, (CHP ve DSP dahil)
Türkiye'de solun diğerleriyle arasındaki üslup farkları dışında bize ne dediğini bilmiyoruz, bize nasıl bir mutluluk vaat ettiğini bilmiyoruz, bizi nereden alıp nereye götüreceğini bilmiyoruz.
Bu söylediklerimin doğal bir uzantısı olarak, Türkiye'nin sol siyasi akımları artık taraftarlarının ve kitlelerinin kim olduğunu da bilmiyorlar.
1994 yerel seçiminde Refah ezici galibiyetini diğer sağ partilere karşı değil o zamanın SHP'sine karşı aldı. Son seçimde SHP-CHP'nin oyları, İstanbul'un ve Ankara'nın zengin semtlerinden geldi.
Bu parti, doğal oy tabanı olması gereken varoşları ve işçi mahallelerini kaybedeli çok olmuştu. Aynı oy depolarını yeniden kazanmak istediklerine dair pek bir belirti de yok ortada.
* * *
Evet doğru, Türkiye'nin sola ihtiyacı var.
Ama bu bir temenni. Türkiye, sol düşüncenin
her renginde gerçekten azımsanmayacak genişlikte ve derinlikte bilgili, yetişmiş insan gücüne sahip.
Ama bu güç, türlü çeşitli nedenlerle paramparça olmuş durumda. Küslükler, geçmişten gelen kişisel çekişmeler, ilkeler yerine kişiliklerle siyaset yapma alışkanlığı o kadar uzun zamandan beri devam ediyor ki, zaten Türkiye'de öyle tarihe uzanan derin kökleri olmayan bu önemli siyasi akımı marjinalize olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Kabul, özellikle son on yılda dünya solunda ve Türkiye'de çok önemli siyasi tartışmalar oldu. Ancak görebildiğim kadarıyla ulusalcılık-küreselcilik bağlamındaki tartışmalardan en fazla yaralı çıkanı Türkiye solu oldu, bir kez daha bölündü.
Mızmızlanma, kaybeden olmaya kendini şartlama sadece Türkiye'ye özgü şeyler değil. Ama görebildiğim kadarıyla Türkiye'de solun neredeyse tamamında bu kötü alışkanlık akut hale gelmiş durumda.
Evet, doğru: Türkiye'nin sola ihtiyacı var. Tamam da nasıl bir sola?

İsmet Berkan

 

0 yorum: