Solcular neden hiç yanılmazlar?

Karşıma geçip, "Annen-baban sana ne öğretti, tek bir şey söyle" deseniz, herhalde tereddüt etmeden şunu söylerim: Bana şüpheci olmayı öğrettiler, onlara minnettarım.
Bu köşeyi özellikle pazar günleri sık sık takip edenler içlerinden 'Bu adam neden her pazar kafamızı matematikle, kuvantum fiziğiyle dolduruyor' sorusunu geçiriyor olabilir.
Bu konular benim düşünme metodolojimi çocukluğumdan beri birebir etkileyen konular. Kuvantum fiziğinin temel çıkarımlarından biri olan Heisenberg'in belirlenemezlik (indeterminizm) prensibi, bana göre sadece parçacık fiziğine değil yaşadığımız evrene ve hayata ilişkin en temel bilgimiz.
O yüzden, deterministik olan, yani her şeyin önceden belirlenebilir, kestirilebilir olduğuna ilişkin her çeşit görüş beni tedirgin eder.
Felsefi anlamda determinizm 19. yüzyılın sonunda ölmüş, 20. yüzyılda da toprağa verilmiştir. Örneğin Marksizm ve onun bütün versiyonları (Leninizm, Maoizm vs.) temelde deterministik görüşlere dayanırlar. (Böyle olmasaydı bir komedi şaheseri olan
'Felsefenin Temel İlkeleri' yazılabilir miydi?) İşte o yüzden, uzun yıllarımı Marx, Engels, Lenin okumaya ayırmış olmama rağmen hayatımın hiçbir anında kendimi Marksist olarak tanımlamadım.
Dini inançları olan birisi de değilim. Son kertede Budizm dahil bütün dinler de deterministik bir sistemi önerirler. 'Bu dünyadaki hayat geçicidir, eğer iyi bir dindar olursan ahrette yerin cennettir', cümlesi bütün dinlerin ortak cümlesidir.


Şimdi gelelim konumuza...
'Bir zamanlar kendimi solcu olarak tanımladım' cümlesini mefhumu muhalifinden okuma yetkisini kimseye vermedim. Bu cümleyi tersinden okumanın tek sonucu 'Solcu değilim, artık döneğim' değildir. Merak eden varsa bana da sorabilirdi, şimdi söylüyorum: Epey uzun bir zamandan beri kendimi 'şüpheci' olarak tanımlıyorum.
İnançlı olmanın rahatlatıcı, huzur verici taraflarını görmüyor değilim.
Bu sayede en azından herhangi bir şeyden şüphe etme zahmetinden kurtulur insan. Elinizde bir şablon vardır, o şablona göre her durumdan bir vazife çıkarmak mümkündür, siz de onu yaparsınız, kafanız rahat olur.
Bilgi peşinde koşmanıza da gerek yoktur, çünkü zaten her konuda bir fikriniz vardır. Kazara ulaştığınız bilgiler sizin fikrinizle çelişiyorsa, onun da bir açıklaması kolayca yapılır. (Komplo teorileri ne güne duruyor: Egemen sınıflar bilgiyi manipüle ediyor.)
Bilgi sahibi olmanıza, bırakın bilgiyi
'solcu' kelimesinin nereden geldiğini (İngiliz parlamentosundan değil Fransız Devrimi sonrası parlamentodan gelir solcu kelimesi) bile bilmenize gerek yoktur. Hatta karşı çıkış noktanızı bulduktan sonra karşınıza aldığınız kişinin ne dediğini anlamaya çalışmanıza da ihtiyaç yoktur. Okumadığınız ya da okuduğunuzu anlamaya gayret etmediğiniz için kolayca zannedersiniz
ki yazar muhalif olmaya muhalif (ne cümle ama). Bu zanna kapıldıktan sonra gerisi kolaydır, Kopernik de sizden yanadır, Galile de...
Alınanlar çok çıktı, çıkmaya da devam edebilir ama ısrarla kelimeyi en geniş anlamıyla kullanıyorum, bizde solcuların muhafazakârlık konusunda dincilerle yarışmasının ve zaman zaman onları geride bırakmasının nedenleri var. Bu nedenlerin başında, solcuların kendilerinden, düşüncelerinden, eylemlerinden hiçbir zaman şüpheye düşmemesi geliyor. Kendilerini haklı çıkarmanın bir yolunu hep bulurlar onlar.
Bütün deterministik inanç sistemleri aslında
bir paket halinde gelirler. Solcular açısından o paket, 'kaybeden kültürü'nü de içerir maalesef. Hayata 1-0 mağlup başladıklarına inanır, başladıkları her mücadeleye bu ruh hali içinde girerler ve sonunda da kaybederler.
Tedavi edilmesi gereken şey tam olarak budur işte: Mağlubiyeti peşinen kabullenmiş olmanın ruhlarda yarattığı hasar. Mazlumdan yana olmak değil tedavi edilmesi gereken, kendini sürekli mazlum hissetmek. Anlatabildim mi?
Ama bunun için de önce tedaviyi kabul etmeye hazır olmak gerekir, kendinden ve fikirlerinden arada bir şüpheye düşmek gerekir.
Geçen hafta yazmaya çalıştım, yeterince anlaşılamamış, tekrar edeceğim: Muhalif olma kavramının içini bile boşaltırlar, çünkü mantıkları ve bilgileriyle değil duygularıyla
muhalif olurlar. Karşı çıkmak için karşıdırlar, o yüzden hep bağımlı değişken olurlar. "Yahu bu sefer de iyi bir şey yapıyorlar galiba" demezler, diyemezler, çünkü diğer tarafın ne yapmakta olduğunu merak bile etmeden karşı çıkmışlardır zaten.
Muhalif olmanın kendi başına bir erdem olduğuna inanırlar çünkü. Güce sahip olmakla ona karşı çıkmanın aynı madalyonun iki yüzü gibi olduğunu söyleseniz size yağdıracakları küfrün haddi hesabı tutulamaz.
Sinizm en büyük silahlarıdır. Bu sayede eleştiriyi dünyanın en kolay işi haline getirmeyi de başarmışlardır. O sığınaktan sağa sola havan mermileri atarlar, gerilla savaşı yaparlar. Sizin söyledikleriniz, söyleyecekleriniz onlara dokunmaz bile, üstlerinden seker gider.
Klişelerle konuşmak, düşünme zahmetine bile katlanmamak gerçekten en kolayıdır. "Ben dünyanın ezilmişlerinden yanayım ya sen nesin" derler bağıra bağıra.
* * *
Haftaya bu ruh halini ve bu halin Türkiye'ye ettiği kötülükleri konuşmaya devam edeceğim.

İsmet Berkan

 

0 yorum: