Tahrif ve Tahrip

Mahmut AYAZ
" Ezenlerin elindeki en güçlü silah, ezilenlerin aklıdır." Steven Bico

Bir kez daha geldim işte... sana ve senin soluğunu kirleten bu dört mevsimi de aynı olan ve hep kan kaybeden kente. Bu kentte insana ilişkin, insanal olan her şeyin yasak olduğunu, bedelini çok ağır ödeyerek öğrendim artık. Bu kentte suskunluk hep yenilgi sayılıyor, konuşmalarsa hep kanıyor gizlice. Kanamalı bir kent bu; özlemlerini neon ışıklı gecelerinde boğarak, acılarını gizli gizli ah çekerek kanatan, kan kaybından can çekişen zavallı bir kent. Kimliğime sürgün damgasını vuran, sevgileri gizli bir nefret olarak yaşatan bu yasaklar ve yavşaklar kentidir. Ve ben bir kez daha geldim işte bu yıkımlar, bu yıkıntılar kentine. Evet, bu kente dönmekle suçluyum. Gaflet, dalalet ve kendime en büyük hiyanet içindeyim. Ama ben aslında bu kente gelmedim ki; bu kentin ikiyüzlü uğultusuna gömdüğüm anılarımın mezarını görmeğe geldim. Umutsuzluğun depremiyle bir enkaza dönüşen bu kentin yıkıntılarının altında kalan umutlarımı kutsamaya geldim. "Anılar, kocamış beyinlerin koltuk değnekleridir" demiyor muydu şair. Anılar, insanı ayakta tutan umutlar ve özlemler değil midir? Umutsuzluğun ortasında yaşantılar birer intihar manifestosuyken, anılar, çocukluğumun masum ve mavi göğüne coşkuyla kanat çırpan kuşlar ve tertemiz umutlarımdır.

Anılar, umutsuzluğun karanlığında gizli gizli ışıyan güzel bir umut değil midir Arkadaşım?

***

"Gülemiyorsun ya, gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir" demişti şair, "Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi" demişti ve böyle diye diye ölmüştü. O, o zaman bir kez ölmüştü, bizse her gün ölüyoruz. O güzel ütopyamızdan uzaklaşıp, hayata yaklaştıkça ölüyoruz. Hayat yakışmıyor ütopyamıza. O ütopya ki nice hayatlara, ne hayatlara yakışır, yakıştırılmalıdır. Çürümüşlüğün ortasında tarihi kirletilmiş, hayatları körletilmiş bir insan yığınıyız.

Hep "bu kent ve yalnızlık" diyorum. Ama diğer kentler, özellikle metropol kentler, hatta tüm Türkiye çok mu farklı sanki Arkadaşım?

Herkesin birbirinden yarasını gizlediği, kimsenin kimseyle hiçbir şeyini paylaşmadığı bir tragedyalar ülkesi burası. Soytarıların şair yaftasıyla duygu tacirliği yaptığı bir ülkede hayat, gerçek şairlere yakışmaz Arkadaşım. Utançan ve acıdan ısırarak dudaklarını kanatan, yağmalanmış ve yıkık hayatları güzelleştiren şairler bir kasırga gibi susar, başarısız bir ihtilal gibi kanayarak çekilirler hayattan sessizce. Şairlerin yaralanarak kan kaybından her gün gizlice öldüğü bir ülkede yaşamak, yaşamak mıdır Arkadaşım?

***

Bu ülkenin insanları, megaköy olan metropollerde süslü vitrinler ve şehvet kokan loş barlarla doldurmaya çalışırlar içlerindeki boşlukları. Kırsalda ise tütün, çay, pamuk, fındık taban fiyatları ya da her türlü destekleme alım fiyatları ve sevmeden evlendirildikleri "öküzlerinden sonra gelen" eşleriyle sadece yatakta vukuu bulan birkaç dakikalık aşksız cinsel ilişkileridir tek mutlulukları.

Bu ülkenin insanlarının ömürleri talan edilmiş, mutlulukları çalınmıştır. Bu yüzden gülüşleri yaralıdır. Bu yüzden, her geçen gün daha çok tükettikleri alkolün ve sigaranın temelinde, gizli bir hüzün vardır. Ömürlerini talan edenlere yıllarca oy vererek ve ağır bedeller ödeyerek acı deneyimler kazanırlar.

Devlet, ideolojik aygıtları aracılığıyla bu insanlara şırınga ettiği çarpık bilinç sayesinde, ideolojik hegemonyasını ömürler boyu sürdürür. Bu ülkenin insanları, ağır bedeller ödeyerek acı deneyimler ve ömürler boyunca kazanılmış birikimlerle milatlar yazarlar. Zamanı gelince, tarihin akışını tulumlu, kanlı başkaldırılarla sarsarak, yarım kalmış şarkılarını, yaşanmamış aşklarını mutluluktan çoğala çoğala güzel bir milat olarak düşerler tarihin defterine. Alaşafaklarda kan ve zulüm süzgecinden geçerek, değişmez sanılan kaderlerini bir fiskeyle yıkar, kendi geleceklerini kendileri tayin ederler. Yüzyılların sessizliğine gömülen özlem; sevgi, barış, özgürlük türküleriyle yazılır tarihe. Onlar ki horlanmışlık, aşağılanmışlık, dışlanmışlık ve ezilmişliklerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayanlar, onlar ki dağları delenler, yeraltına inenler, yolları, köprüleri yapanlar, tüm maddi ve manevi zenginlikleri üreten ve bunlardan yoksun olanlardır. Onlar ki ağız dolusu gülenler ve gizli gizli ağlayanlardır. Onlar ki üreten ve yaratanlardır, tarihin sayfalarında yalnız onların destanları vardır.

***

Biliyor musun, benim için hüzün olan yüzün yok artık. Başkalarının olan yüzünü gözlerime yasakladım artık. Kırık dökük sözcüklerim, buruk gülüşlerim, yüreğinin tellerini incitmeden dokundurmak istediğim veda şifresiydi Arkadaşım! Eski sesimizi çoktan yitirmişiz; sesimiz bile sesimize yabancı! Adlarımızın anlamını bile yitirdik Arkadaşım, kendi kendimizi onaramadan.. Bütün ölülerimi bu kentte gömerek, özlemlerimi gözbebeklerine gömerek ve yaralarımı herkesten saklayarak, yüzümü bir utançtan kaçırır gibi gizlice alıp kaçtım, bu kenti acılar içinde bırakarak.

Yüreğim arkadan vurulan yaralı bir ömür. Ömrüm haczedilen bir yaşanmamışlık, kederli ve korkunç bir suskunluk, sesini arayan bir yalnızlık. Ömrüm yüreğimden, yüreğim sevgiden şikayetçi. Sevgiyse vefasızlıktan, sadakatsizlikten, bencillikten şikayetçi. Her şeyin aniden başlayıp, aniden bittiği, her şeyin eksik, yarım ve üstelik yanlış yaşandığı bu çoğulcu demokratik ve özerk cumhuriyette nereye baksam keder, nereye yürüsem yalnızlık, nereye gülsem sessiz bir ölüm! Hukuk devletinin, hür parlamenter rejimin ve demokratik ve laik (!) cumhuriyetin ağırlığı altında utançla eziliyorum. Böyle bir cumhuriyetin vatandaşlığından istifa etme hakkım bile yok!.Ancak ve ancak onlar istedikleri zaman bizi vatandaşlıktan çıkarma haklarına sahipler! Bu hakkı onlara kim vermiş Arkadaşım? Anamın dediği gibi, "Kürt çalır, garaçı (çingene) oynuyur." Kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar. Bu kutsal topraklar üzerinde kuşlar gibi olamıyor ve de istifa da edemiyorsak, yaralı kuşlar gibi düşlerimizi ömrümüze, ömrümüzü haczedilmiş gülüşlerimize vuralım Arkadaşım. Yaralı ömürlerimizi şanlı devrimlere verelim Arkadaşım.

 

0 yorum: