Bilemezsin

Sana anlatamıyorum ya, ben ona yanıyorum. Yazdıklarım, uzayda savrulup giden meteorlarmıdır acaba? Nasıl anlatsam bilemiyorum. Yazılarım, şiirlerim ve mektuplarım, bir kasırgaya tutulmuş ağacın sarı yaprakları gibi düşüyor pencereme. Düşen her sarı yaprakla beraber, yüreğim kanıyor, biliyormusun?
Bilemezsin.
Sen, pahalı restorantların, yeşil lensli, düzgün dişli alımlı güzeli, kedehini kaldırdığın da beyaz ve düzgün dişlimi? Her kalkan kadeh, o gece, ömrünün bir parçasını daha loş ışıklara vererek, unutmakmı acıları ve yanlızlıkları, yoksa, aşka susamışlığının arayış gecesimi? Hoş kahkaların ve gülümsemelerin ardında, gözü yaşlı yüreğini susturabiliyormusun? Unutabilyormusun, yarın yükleneceğin ağır ve leş bir yükün altında ezilmeni?
Üzgün kadın, güzel kadın, saçları dalgalı gözleri alımlı kadın, sen hayatın çıkışını da, inişini de yaşadın. Yüzünde saklamaya çalıştığın, yaşamın çizgileri her gecenin sabahında, biraz da belirginleşiyor. Ve her aynaya bakışında, o eski halini arıyorsun biliyorum. Yaşam denilen bu acı ve bir o kadar da yaşanılası ince çizgide, sen çok yol katettin az zamanda. Acıların galip, sevinçlerin yenik düşmüş, kaşlarına. İşte o kadehler de aradığın sevinçi, sonrasın da çok daha ağır ödemiyormusun, yanlızlık kalende? İçine kimsenin girmesine izin vermediğin, zindanların ağır kokusu sarmış olan o kaleni, nasıl da gösterbiliyorsun Marsilya'nın en güzel evi gibi? Oysa biliyorum ki, yanlızlık kalen yıkılacak göz yaşlarınla. Ve sen altında kalmamak için çabalarken, çatırdıyor kalenin duvarları. Sen onları uzun gecelerinde, tek başına, hiç yorulmadan, bir köylü kızının işlediği nakış gibi örmüştün. İçine yüreğini hapis ederek, ellerinle örmüştün. Hiç bunu yapmak istemediğin halde. Hiç içinden gelmediği halde.
"Sen gece gelen konuk"sun, "hiç kimsenin ve herkesin". Gözleri baygın bakan ve gözlerine baktıkça hayran olan ve seninle bir gece geçirebilmek için verebilceği çok şeyleri olanların, konuğu, "hiç kimsenin ve herkesin".
Aşk ne o kadehlerin içinde, ne de düzgün ve beyaz dişlerin parıltısında. Sözleriyle, beyinleri ayrı bir konçerto çalan kemalcıların sahte melodilerinde de değil. Aşk, ne teknoloji harikası cep telefonlarına gelen, süsülü ve beylik mesajlarda, ne de bir yudum çayı ikram edenin kıllı ve kirli ellerinde, ne de boş gecelerin sanal alemin sanal sözcüklerinde. Aşk, ne sahte sevgi sözcükleriyle ve gözlerine baka baka vajinanı düşünenlerin kalplerinde, ne de okuduğun, kitapların sihirli sözcüklerinde. Çünkü "ağla ağlayabildiğin kadar / bütün güzellikler sende / aşk bendedir". Çünkü, "en ağır işçi benim / gün 24 saat / seni düşünüyorum".
Varsa git, git ve bir daha dönme geriye, "konuk" olduğun masalara. Yanağına kondurulan bir buse için, içilen her şarabın kan olduğunu unutmadan git. "sen kan nedir bilmezsin / ölmedin, öldürmedin ki / yat toprağa boylu boyunca / ölüm bir yanında / kan bir yanındadır".
Git ve gelme, aşkı bulduğunda ara beni.
Bulamazsın.
"sen aşk nedir bilmezsin / beni sevmedin ki"

Mustafa YUKSEL

 

0 yorum: